İzleyiciler

TRABZON DEMOKRATLARI

Fotoğrafım
TRABZON, Türkiye
DEMOKRAT ANAVATAN PARTİSİ İL TEŞKİLATI

19.09.2008

KURUMSALLIK mı LİDER EKSENLİ SİYASETMİ.....



ANAP ESKİ İSTANBUL İL BAŞKANI AV. MURAT AKDENİZ RÖPORTAJI


Demokrasinin vazgeçilmez unsuru siyasi partilerdir. Bir ülkede demokratik sistemin eksikliklerine rağmen meri olup olmadığına dair kullandığımız en önemli kıstas bu ülkede çok partili siyasal yaşamın var olup olmadığına bakmaktan geçiyor. Bir ülkede çok partili siyasal yaşam mer’i ise bu ülkede eksikliklerine rağmen demokratik toplum vardır diyebiliyoruz
bu ayki konumuz parti içi demokrasi. Parti içi demokrasi konusuna girmeden evvel demokrasi hakkındaki genel düşüncelerinizi alabilir miyiz?



M.A Tabi memnuniyetle.


Demokrasi hepimizin bildiği ortak tanımıyla; insanların kendi kendilerini yönetmelerini öngören bir yönetim modeli. İnsanlık tarihi boyunca yönetim modellerinin tarihi seyri itibariyle de bugün demokrasi bulunabilen, geliştirilen modeller içinde en iyisi olarak algılanıyor ve en iyisidir de. Bir takım aksaklıkları olmasına rağmen ve demokrasinin kurum ve kurallarıyla ülkelerde uygulanışındaki farklılıklara rağmen yönetim modelleri içinde en iyisi olarak kabul edebileceğimiz modeldir.
İnsanlık alemi henüz demokrasiden daha iyi bir model, insanların mutluluğuna hizmet edecek daha gelişmiş bir modeli keşfedememiştir. Tespit edememiştir. Bulamamıştır. Peki nasıl algılıyoruz demokrasiyi? Birçok algısının yanında bireylerin veya toplumların bir ülke içerisinde en geniş şekilde yönetime katılabildikleri bir yöntemdir. Yani basit olarak kendi kendini yönetme olarak ifade edebileceğimiz tanım.
Demokrasiyi bu şekilde tanımladığımızda insanların kendi kendilerini yönetebilmesinin şeklidir. Veya bir ülkedeki insanların kendilerinin yönetilmesi ile ilgili sürece en geniş ve verimli şekilde katılabildikleri modeldir. Bu modeli hayatımızda nelerle gerçekleştirdiğimize bakıp oradan da demokrasilerin vazgeçilemez unsurları kabul ettiğimiz partilerin kendi içlerindeki uygulamalarında demokrasinin ne şekilde uygulandığından ziyade nerelerde tıkandığı, belki de biraz da nerelerde tıkandığına dair hastalıklara değinmekte fayda var.
Demokrasinin vazgeçilmez unsuru siyasi partilerdir. Bir ülkede demokratik sistemin eksikliklerine rağmen meri olup olmadığına dair kullandığımız en önemli kıstas bu ülkede çok partili siyasal yaşamın var olup olmadığına bakmaktan geçiyor. Bir ülkede çok partili siyasal yaşam mer’i ise bu ülkede eksikliklerine rağmen demokratik toplum vardır diyebiliyoruz. Gerçi buralarda da tartışacak çok husus var.
Bir çok siyasi parti olmasına rağmen bugün demokrasi ile yönetilmeyen ve adına demokrasi diyemeyeceğimiz yönetim şekilleri de var dünyanın değişik bölgelerinde ve yönetim modelleri de var o yüzden aklımda demokrasinin vazgeçilmez unsuru olarak siyasi partilerin yönetim şeklinde varlığından ziyade demokratik sistem içerisinde ne şekilde yer aldıklarının ve ne şekilde yer almaları gerektiğinin prensiplerini tespit edip bu kriterlere uyduğu oranda o topluma o ülkeye demokratik bir toplum ve uymadığı oranda da demokratik olmayan bir toplum olarak değerlendirmemiz gerekir.
Şimdi katı, monarşik sisteme göre yönetilen bir ülkede veya artık komünizm kalmadı ama Rusya tipinde bir ülkede istediğiniz kadar siyasi parti olsun, eğer bu siyasi partiler toplumun kendilerini yönetmeyle ilgili taleplerini yönetime aksettirebilme gücüne sahip değillerse o ülkenin demokratik bir toplum olduğuna ilişkin ciddi tereddütler var demektir. Demokrasi de diyemeyiz buna. Biraz daraltalım çerçeveyi. Demokrasi toplumun kendi kendini yönetmesi. Bunun vasıtaları siyasi partiler. Siyasi partiler olmasına rağmen topluma demokratik diyebilmemiz için gerekli olan bu toplumun taleplerini yönetime taşıyabilmeleri ile orantılıdır. Bu tespiti de yaptıktan sonra buradaki mekanizmanın ne ölçüde verimli işlediği ile orantılı bir demokrasi anlayışımız olur. Eğer bu talepler yeteri kadar yansıyorsa yönetime demokratikleşmemiz o oranda ileri sayılabilir.


Parti içi demokrasiye baktığımızda durum nedir?

M.A.Buradan partilerin kendi içindeki yapılarına baktığımızda; şimdi tabi demokrasi kendimizi yönetmek ve taleplerimizin yansıması olarak tarif ediliyor ama bir çoğunluk yönetimi sonuçta. Şu veya bu şekilde tespit edilmiş bir seçim sistemi, bu seçimde kendisini ortaya koyan siyasi partiler, ve bunlar içerisinde çoğunluğu alanların yönetime hakim oldukları bir sistem. Buradan da hem eleştirilecek hem üzerinde durulacak noktalara varmak mümkün. Çünkü çoğunluğun azınlığa tahakkümü şeklinde de cereyan eden bir sisteme tam anlamıyla demokrasi dememiz mümkün değildir. Çoğunluğun azınlığa bütün istekleri kabul ettirmesi ve azınlığa tahakkümü şeklinde devam ediyorsa ve bunu engelleyebilecek bunun önüne geçebilecek siyasal mekanizmaları oluşturamamışsak o zaman da o düzenin ne kadar demokratik olduğunu sorgulamakta fayda var.
Siyasi partilerimizin ülkemizdeki geçmişlerine baktığımızda parti içi demokrasi teamülleri noktasında nerede duruyorlar? Bu anlamda siyasi partilerin kendi içindeki gelişmelere baktığımızda -özellikle Türkiye yönüne baktığımızda- bizim özellikle demokrasi teamülümüz ve demokrasiyi benimsememizin de çok etkiye dayanan bir geçmişi yoktur. Bildiğimiz gibi cumhuriyetle birlikte bir anlamda çok partili hayata hatta cumhuriyetten de biraz geriye alırsak ne derce demokratik olduğu tartışılır gerçi demokratik de denemez ama meşrutiyet döneminden alırsak şu veya bu şekilde hakim iradenin o zamanki hükümdarın, padişahın kendi yetkisini, otoritesini paylaştığı bir sistem, demokrasiye geçişimizin ön çalışmaları gibi değerlendirilebilir. Esas itibariyle cumhuriyetle birlikte belli bir dönemden sonra demokrasiye geçişimiz ve çok partili sistem başladı ve halen geldiğimiz noktada elli altmış yıldır düzgün işleyen veya en az kusurla işleyen bir demokratik sistemimiz var ise de parti içi demokrasi yönünden baktığımızda ciddi sıkıntıların olduğunu görüyoruz. Çok partili bir düzendeyiz. Bazı fikirler etrafında oluşmuş siyasal partilerimiz var bunların hepsi seçim dönemine geldiğimizde bir proje ve fikir etrafında odaklanarak toplumun önüne bir siyaset koyuyor. Ama siyasi partilerimizin yapılanmasına baktığımız zaman acaba o demokrasi teorisini koyan ve belki yüz yıllardır süregelen düşüncelerin imbiğinden süzülmüş bir demokratik teamüllere uygun bir yapılanmayı gerçekleştirebiliyor muyuz? Çok rahatlıkla gerçekleştiremiyoruz diyebiliriz, özellikle mevcut siyasi partilerimiz açısından çünkü hepimizin gördüğü gibi bir noktadan sonra lider eksenli hem bir toplumsal yapımız var, hem de toplumsal yapımızın bir görüntüsü bir siyasal yapımız var.


Siyasi partilerimizin örgütlenme biçimlerine baktığımızda nasıl bir tablo ile karşılaşıyoruz?Ülkemizdeki siyasal partilerin tamamı- bilmiyorum istisnası var mıdır? Herhalde yok gibi-karizmatik bir lider etrafında örgütlenmiş yapılar. O lider gitse bile şu veya bu sebeple tekrar partiye gelebilecek olan kişi gene karizmatik bir lider olabiliyor. Ve ancak siyasi partiler böyle bir yapılanma ile başarı elde edebilmişler. Lider eksenli bu örgütlenme tartışılabilir. Belki bizim ülkemiz açısından önemli yönleri vardır. Ama demokratik teamüllerimizin ve toplumun taleplerinin yönetime yansıması ile ilgili katkıları açısından belki sakıncaları da vardır. Realite bu. Lider eksenli örgütlenme.


Örgütlenme lider eksenli olduğu için lidere göre partiler organizasyon ve teşkilatlarını şekillendirmek mecburiyetindeler. Mevcut yapı içerisinde. Böyle olunca da bunu tam anlamıyla ideal demokrasiye nasıl çevirmeliyiz, nasıl kurumsallaştırmalıyız? Yani liderin ön planda olmadığı, kurumsal yapının ön planda olduğu bir sitemi kurabilmek de çok kolay değil, çünkü toplum olarak da lider eksenli bir toplumuz.


Türk toplumunu bin yıllık tarihine baktığımız zaman her döneminde kurumsallıktan uzak, lider eksenli bir yapıyı görüyoruz. Dünyada da bunun örnekleri çok. Lider eksenli yapı sadece bizim toplumumuza has bir şey değil ama belki bizden farkı gelişmiş batı demokrasileri dediğimiz sistemlerde lider eksenli olmaktan biraz daha ileri gidebildiğini söylemek mümkün ama bizde böyle bir realite var. Böyle bir realite olunca bir de şunun altını çizmek gerekir.




Lider eksenli olmasının sıkıntılarından dolayı bunu eleştirip kurumsal yapıyı ön plana çıkardığımızda acaba gerçek anlamda demokrasiye hizmet edecek bir yapıya kavuşturabilecek miyiz?




M.A Bunun da tartışılması gerekir. Ve ben bunun sonuçlarından da çok emin değilim. Yani lider eksenliyi eleştirelim, biz kurumsal yapıyı ön plana çıkaracak bir yapı kurmaya çalışalım düşüncesi ile gayret göstersek ve gerçekten de bu yapıyı ön plana çıkarabilsek, acaba gerçek anlamda toplumun gelişmesine katkıda bulunabilecek bir yapı oluşmuş olur mu? Yoksa biz mahkum muyuz lider eksenli yapılarla belli birdönem veya uzunca bir dönem devam etmeye?


Bunlar tabi felsefi olarak da tartışılması gereken hususlar. Hangisinin iyi neticeler verebileceği konusunda açıkçası çok net kanaatlere sahip değilim. Net fikirlere sahip değilim, Şu anki realite lider eksenli gidiyor. Lider eksenli yapının sıkıntılarını telafi etmek için mutlaka ön plana demokrasiyi çıkarmaya gayret etmek ve mümkün olduğu kadar kurumsallaşmanın oturduğu ciddi bir bütün yapısıyla, örgütlenmesiyle kurumsallaşmanın yerleştiği bir sistemin katkılarından uzak kalmamak için bu yönde çaba sarf etmek lazım ama tamamen birisini bir tarafa bırakıp öbürünü onun yerine ikame etmeye çalıştığımızda toplumun demokratik gelişimine katkıda bulunur muyuz? Buna da emin değilim. Bizdeki liderlik de yönetici anlamında bir liderlik değil. yani şöyle ifade edelim. Siyaset alanının dışına çıktığımızda topumun değişik kurum ve kuruluşlarında, ticaret hayatının da içinde çok başarılı insanlar var, işte CEO diye ifade edilen.


Bir şirketi çok kötü bir noktadan aldığından mükemmel bir noktaya getiren, hatta bir şirketi dünya çapında şirket haline getiren yetenekte, vizyonda, dünya görüşüne sahip insanlar var. Büyük yöneticiler var, ama bunlar lider değil. bu yöneticileri takdirle karşılıyoruz, belki ülkemizde mevcut olanlarından da gurur duyuyoruz, mutlu oluyoruz. Türkiye ekonomisine olan katkılarından ve uluslar arası başarırlından dolayı. Ama onlara lider gözü ile bakıp ona göre onun etrafında bir kenetlenme olmuyor. Belki bu yapının gereği, ekonomik alanda olduğu için. Ama lider gözü ile bakmıyoruz. Onlar çok iyi yöneticiler.


Peki bu noktada lider kimdir sizce hangi vasıfları taşır?




M.A Lider başka bir şey. Lider, konuşmasıyla, ülkenin önüne koyacağı hem kısa, hem orta hem de uzun vadeli çözümleriyle, duruşuyla, tavrıyla, vücut dili dediğimiz diliyle hem vücut dili hem konuşma dilinin bütünlüğü ile geniş kitleleri ortaya toplayan ve bir cazibe merkezi haline gelebilen bir karakter. Ve biz böyle karakterleri seviyoruz, bunlar etrafındaki kenetlenmeyi hem de kendimizi tanımlarken, kendimizi ifade ederken çalışmalarımızdan tatmin olmayı ararken de böyle insanlar arıyoruz. Bu, o insanların, ben liderim, benim etrafımda toplanın demesi ile olmuyor. Toplum bu tür insanları oluşturuyor, lider etrafında kenetlenmiş bir yapı oluşuyor. Lider eksenli olmamıza rağmen kurumlarımızı başta siyasi partilerimiz olmak üzere kurumlarımızı niteliklerin yarıştığı alanlar haline getirebildiğimiz ölçüde başarılı oluruz. Buradaki en temel hastalığımız da bu. Bütün siyasi partilerimizin hastalığı.


Lider eksenli yapıda örgütlenme nasıl hayat buluyor?


Lider eksenli partiler teşekkül ederken alttaki yapılar da buna göre oluşuyor. Buna göre oluştuğundan dolayı teşkilat mensubu ya da partinin üyesi olan veyahut partide aktif görev alan insanların o parti içerisinde yarışmaları, niteliklerinin yarışmasından ziyade bu tepede lider eksenli yapının oluşturduğu prensiplere göre bir yarışma haline geliyor. Şimdi lider eksenli bir yapı, altta peki bu şeyi oluşturacağız? Yine biraz önce ifade ettiğim gibi insanların nitelikleri ile yarışacakları bir alan haline getirdiğimiz zaman o zaman doğal olarak bir elenme olacak. Nitelikleri ön plana çıkanlar yukarı, diğerlerinden ayrışarak yukarıya doğru çıkacaklar. Hem yönetim kademelerinde hem de topluma hizmet kademesinde. O zaman işte bizim lider eksenli toplum olmamızdan kaynaklana o realitemiz, liderin etrafında kenetlenen kadro nitelikleri ön planda, nitelikleri ile yarışıp oraya gelen bir kadro olacak. Bu kadro ile o liderin özeliklerini bir araya getirdiğimizde ben iyi bir sinerji iyi bir netice elde edebileceğimiz kanaatindeyim. Yani şunu söylüyorum; lider eksenli yapıyı tamamen tasfiye etmek doğru değil.


Türkiye’nin bugünkü toplumsal, tarihi ve kültürel yapısını dikkate aldığımızda.


Liderin cazibesi ile bir araya gelmiş yapıyı tamamen tasfiye edip kurumu ön plana çıkardığımızda buna hazır olmadığımızı düşünüyorum. Bunun faydalı olmayacağını da düşünüyorum. Onun için madem böyle ise mevcut yapı en ideal nasıl işleyebilir? Yine lider eksenli olur ama alttaki yarışma insanların nitelikleri ile yarışabilecekleri özgür, prensipleri önceden belirlenmiş, denetim mekanizması o şekilde kurulmuş, adaletli yarıştan nitelikleri ile öne çıkan insanların liderin etrafında kenetlendikleri bir yapı haline gelebilir ve bu yapı hem Türkiye’ye hem partilerin kendilerine hem de mümkün olursa dünyaya bir katkı sağlayabilecek bir örgütlenmeye dönüşür. Bütün bu konuşulanlar üzerine sizin partinizde parti içi demokraside durum nedir?




Bu anlamda ne yapıyoruz? Şimdi bizim partimiz, parti içi demokrasi açısından; tabi kime sorsanız parti içi demokrasinin kendi partisinde en iyi işlediğini söyleyecektir. Ama sözden öte bunun işaretlerinin olması gerekir. Hem uygulamalarında hem de düzenlemelerinde, partinin hukukunu oluşturan, partinin tüzüğü, programı vs siyasi partiler mevzuatı gereği altta şekillenen işaretleri olmalı ki parti içi demokrasi konusunda söylenenlerin samimiyetine inanılabilsin. Doğruluğuna inanılabilsin. Bizim bir kere parti içi demokraside neler varsa parti içi demokraside daha iyi oturduğunu ifade edelim. Ondan sonra da bizde nasıl ona bakalım. İnsanların nitelikleri ile yarışacağının tesis edildiği o iklimi oluşturduktan sonra parti içi demokrasi vardır diyebilmemiz için toplumda teknik açıdan, dini açıdan, kültürel ve ekonomik açıdan kendilerini farklı tanımlayabilen insanların partiye katılımları arkasından eğer bir blok koymamışsanız partinizin kapısını kapatmamışsanız parti içi demokrasinin birinci adımını gerçekleştirmişsiniz demektir.


Partinizi diğer siyasal partilerle birlikte tanımlarken belli bir etnik kökene dayandırmıyorsanız, belli bir ekonomik seviyedeki insanların bir araya geldiği örgütlenme şeklinde olmadığının gereğini yapıyorsanız sadece belli bir dinin mensuplarından beslenmesine yarayacak şekilde organize etmiyorsanız, buna benzer ayrışma noktalarında bir araya gelmiş insanların yoğun olarak kümelendiği bir yapı olarak partinizi oluşturmuyorsanız ancak, parti içi demokrasinin gerçekleşmesinin birinci adımını gerçekleştirmiş olursunuz. Daha basit bir cümle ifade edersek fazla dolandırmadan partinizi herkese açıyor musunuz kardeşim? Yani şunu rahatlıkla diyebiliyor musunuz? Benim bu kapım Türk’e, Kürd’e, Laz’a, Çerkez’e, Alevi’ye, Sünni’ye, İmanlıya, İmansıza, Dinliye, Dinsize, Başörtülüye, Başörtüsüze, açıktır diyebiliyor musunuz? Diyebiliyorsanız eğer parti içi demokrasi açısından bir mesafe kat etmişsiniz demektir. Biz bunu çok rahat diyoruz.


Anavatan Partisi’nin hem kuruluşunda hem de bugüne kadar Sayın Genel Başkanımız Erkan Mumcu’nun partinin başına geçtiği andan itibaren hepimize heyecan veren de temel felsefesi budur. Bizim partimiz T.C. sınırları içinde yaşayan, kendini ne şekilde tanımlarsa tanımlasın, herkese açık bir partidir. Herkes kendini tanımlayarak, siyasal ortamda bir çalışma alanı bulur. Bizim partimizde hiç kimseye hiçbir farklılığından dolayı ve hiçbir düşüncesinden dolayı bu yarışmada biraz önde veya biraz geride hiçbir pozisyon biçilmez. Bu yarışmadaki tek kriteri insanların kişisel niteliklerinin ön planda olmasıdır. Bunu yaptınız. Teorik olarak açtınız partinizi herkese. Bunu tabi pratik olarak da uygulamanız gerekir. Bunu teorik olarak açıp, böyledir deyip kendi uygulamalarınızda eğer biraz önce ifade ettiğimiz insanların o birbirinden ayrıştığı noktalardaki toplulukların mensuplarından birine veya bir kaçına yoğunluk veriyorsanız uygulamalarınızda, yine parti içi demokrasi açısından sınıfta kalmışsınızdır.


Gelelim uygulamamıza; bizim burada elli kişilik bir yönetim kurulumuz var. Ve biz bu elli kişilik yönetim kurulunu oluştururken tam anlamıyla biraz önce ifade ettiğimiz prensiplere göre oluştu. Ne insanların dini inançlarını esas aldık, ne etnik kökenlerini esas aldık, ne belli bir bölgeye mensup olmalarını esas aldık. Mesela ben Çorum’luyum diye Çorum’lu insanların ağırlıkta olduğu bir yönetim kurulu kurmak istemem. Ve arkadaşlarımızın önemli bir kısmı ülkemizin belli bir bölgesine mensup insanlardan oluşmuyor. Yani daha net bir ifade ile Türkiye’nin bütün bölgelerinden bütün düşüncelerden bütün inançlardan insanları hem partimizin il örgütüne hem de partimizin ilçe örgütlerinin oluşmasında yer almalarını sağlayacak bir ortamı bir iklimi oluşturmaya gayret ettik. Oluşumumuzu yakından tanıma fırsatı bulursanız bunu siz de göreceksiniz. Yani kapılarımızı açtığımız gibi uygulamalarımızla da bu düşüncelerimiz konusunda samimi olduğumuzu gösterecek bir yapıyı oluşturduk. Şimdi biraz önce şunu söyledim. Hem fikir olarak buna yatkın olmalıyız hem de partimizin hukukunu düzenleyen mevzuatımız da buna uygun olması gerekir.


Tabi biz bunu yaparken İstanbul İl Örgütü’nde, biz hem tüzüğümüzden ilham aldık hem de tüzüğümüzün bize bir anlamda emrettiği emirlerini yerine getirdik hem de partimizin tüzük dışındaki mevzuatını dikkate alarak bunu yapıyoruz. Belki biliyorsunuz bizim tüzüğümüzde- tabi tüzükteki o hükme geçmeden önce şunu da ifade etmek gerekir- toplumdaki farklılık sadece insanların sadece kültürel, dini ve etnik farklılaşmasından ibaret değil. Toplumda bir de beşer olmanın özelliklerinden kaynaklanan farklar var.


Kadın,-erkek, genç-orta yaşlı-yaşlı gibi. Hem Türkiye’deki demokrasiye katkıda bulunmak hem de parti içi demokrasinin yerleşebilmesi için bu alanda da bir şeyler yapılması gerekir. Tamam dedik ki partimiz herkese açıktır ama partimiz kırk yaşın üzerinde herkese açıktır diye bir prensip koyduğunuzda yine parti içi demokrasiye ve ülke demokrasisine katkıda bulunmuş sayılmazsınız. Bu anlamda da biz özellikle mümkün olabildiği ölçüde gençler ve hanımlara en geniş şekilde katılımı sağlayacak bir yapı kurmaya çalıştık. Ve hala bu konudaki gayretlerimiz devam ediyor. Nitekim biraz önce söylediğime geliyorum.


Bizim tüzüğümüzde benim diğer siyasi partilerin hiç birinde görmediğim siz biliyorsanız söyleyin bir mecburiyet var. Hep der ki siyasal partiler Türkiye’de: ‘biz kadınları siyasete kazandırmak istiyoruz. Kadınlar çok önemlidir, kadınlar başımızın tacıdır, kadınlar siyasette yer almalıdır, gençler siyasette yer almalıdır’. Biz gençleri siyasete kazandırmak istiyoruz ama bu davetlere icabet edip katılmak istediklerinde hemen şununla karşılaşırlar; kadınlar özellikle ev toplantılarında insanlara ulaşmak, gençler de afiş ya da bayrak asmak ve zaman zaman da göstermelik bir takım çabalarla da fikirlerinden istifade ediyormuş gibi görüntü oluşturmak adına bir yapılanma içinde olurlar. Bizim tüzüğümüz şöyle bir mecburiyet koydu.


MKYK’dan en alttaki mahalle teşkilatına kadar partimizin bütün yönetim organlarında üçte bir oranında hanımlara ve gençlere yer vermek zorundadır. Bu bir zorunluluk bu bir davet veya bir öneri de değil. Eğer bir zorunluluk veya tüzük hükmü ilçe başkanları, il başkanları, mahalle başkanları bu yapıları oluştururken buna uymak zorundalar. Eğer buna uymuyorlarsa bunu yaptırımı da ne ise o yaptırımla karşı karşıya kalırlar. Bu aslında Türkiye’deki siyasi partiler arasında bir devrim. Tüzüğüne böyle bir hüküm koyabilmek, ilk defa bizim partimizin gerçekleştirdiği bir alan. Memnuniyetle de bunu ifade ediyorum. Nitekim yapılanmalarımızda da tam anlamıyla hepsinde bunu yerine getirebildik mi dersek belki bazı eksiklikler var ama bu mecburiyetin farkında olarak çalışmalarımız halen devam ediyor, mutlaka tüzüğün bu zorunluluk kısmını bu zorunluluğu yerine getireceğiz.




Bu bahsettiğiniz tüzükte parti içi disiplini de sağlayacak şeyler nelerdir?




M.A ..Tüzükler şu şekilde düzenlenir: Bir, tanımlamaları yapar, sonra partinin organlarını tespit eder, bu organların çalışma esaslarını tespit eder, bu organların nasıl teşekkül edeceklerini belirler, bunlara uyulmadığı zaman da müeyyidelerini koyar. Sadece bir hükme ilişkin müeyyide değil de müeyyideler kısmında parti tüzüğünün tamamına aykırı hareket edilmesinin müeyyideleri koyar. Bu anlamda müeyyideler kısmında bu hükümlere riayet edilmediği zaman nasıl bir disiplin mekanizmasının işleyeceği ve nasıl bir parti yaptırımının olacağı da belirlenmiş vaziyettedir.


Parti içi demokraside iki önemli mekanizma var, biri teşkilat içi seçim süreçleri diğeri de karar ekanizmalarının işletilmesi. Partinizde teşkilat başkanlarının seçiminde ve karara alma organlarının etkin işletilmesinde parti içi demokrasiyi ideal boyuta taşıyacak örnek uygulamalar nelerdir? Burada bizim ideal anlamda parti içi demokrasinin yerleştirilebilmesi için modellerlimiz var. Bir gün o modelleri de uzun uzun konuşmak gerekir ama bir siyasal parti olmamız itibariyle siyasal partiler kanunu çerçevesinde örgütlenmek zorundayız. Bütün siyasal partiler mevcut olan siyasal partiler kanunu çerçevesinde tüzüklerini ve yönetmeliklerini hazırlamak zorundalar. Yapılarını da ona göre oluşturmak zorundalar. Şunu yapabilirler: siyasal partiler kanununa aykırı olmayan bazı hükümler işte bizim bu üçte bir zorunluluk koymamız gibi hükümleri geliştirebilirler. Böyle baktığımız zaman aslında bütün siyasal partilerde olduğu gibi siyasal partiler kanununun öngördüğü parti içi organların seçimi sistemi bizde de cari. Yani il yönetim kurulu ve il başkanı siyasal partiler kanununda tarif edildiği şekliyle bir seçim sonucu oluşuyor.


Hatta şöyle diyelim; bütün partilerde mahallelerde başlıyor bu sistem. O mahalledeki parti üyeleri kendilerini temsil eden seçen mahalle delegelerini seçiyor, mahalle delegeleri kendilerini temsil edecek ilçe delegelerini seçiyor, ilçe delegeleri ilçe yönetimini ve ilçe başkanını seçiyor, ilçe delegelerinin seçtiği aynı zamanda il delegeleri de il yönetim kurulu ve il başkanını bu arada seçilen genel merkez delegeleri de genel başkanı ve MKYK’yı seçiyor. Yani bunu siyasal partiler kanunu tespit ediyor. Dolayısıyla ideal anlamda hem parti içi demokrasiye hem de ülkemizdeki demokrasiye daha iyi hizmet edecek, bu sistemin daha iyi yerleşmesini ve kurum ve kuruluşları ile işlemesini sağlayacak ideal modellerimiz var. Bunu kamu oyu ile de paylaşacağız. Ama siyasi partiler kanununa da uymak zorundayız aksi takdirde kapatırlar partimizi, biz bunun için de aslında siyasi partiler kanununun da değiştirilmesini istiyoruz.


Bunu seçimlerdeki barajlar için ya da başka bir takım temsil sistemleri üzerinde oynayarak, azınlığa çoğunluk, milletvekili sağlamak için değil hem parti içi hem de ülkede demokrasinin yerleşmesi adına demokrasinin en iyi şekilde işleyebilmesi için en iyi nasıl bir model gerekiyorsa o modeli koyabilmek adına siyasi partiler kanununu değiştirmek istiyoruz. Bu anlamda da modellerimiz var. Bunları da paylaşırız ama biliyorsunuz siyasi partiler kanununu değiştirmek T.B.M.M’nin yetkisinde ve görevindedir. Biz şunu yapıyoruz burada bakın, bizim biraz önce bahsettik ya delegeler…ilçede ve ilçe yönetiminde ilçe başkanını seçen dört üz tane delege vardır. Her yerde bu böyledir, kanun gereğidir. Bunun dışına çıkma şansınız yok. Bunu bazı siyasi partiler şöyle yapar: bu delegeler de üyeler arasından seçilir. Biraz önce bahsettiğim gibi mahallelerdeki üyeler bu dört yüz delegeyi seçerler. O ilçe için. Şimdi parti diyor ki 400 üye yapalım. 400 üye yaptığınız zaman üye sayısını sınırlı tuttuğunuz zaman bunların tamamı delege olur, doğal delegedir. Ve bu doğal delegeler de bazen hemşehrilik, bazen kültürel benzerlik, bazen maddi benzerlik, aynı ekonomik alandan geliyor olmak, bazen arkadaşlık, bazen akrabalık vb yapılanmalarla belli bir farklılığın belli farklılığa sahip kitlenin egemenliğinde olur, o kitle hem kendisini ilçe yönetim kuruluna hem de ilçe başkanlığına hem de il yönetim kurulunu oluşturacak il delegelerine yansıtır. İşte burada parti içi demokrasi olmaz.


Biz bunun için hiç değilse mevcut siyasal partiler kanunu çerçevesinde parti içi demokrasinin en iyi şekilde işleyebilmesi için bütün parti teşkilatlarımıza şu talimatı verdik. Kesinlikle doğal delegelik sistemi ile seçime gidilmemeli. Her bir bölgede yapılabildiği kadar üye yapılacak yapılması da zorunlu, en azından doğal delegeliğin üzerine de çıkacak sayıda yani, hakkaniyetli ve adaletli bir seçimin yapılabilmesini sağlayacak sayıda üye ve delege olacak ve ona göre yukarıya doğru seçim ve delege sistemi kendini tanımlayacak ve de kendini yönetecekleri seçecek. Bu konuda talimat verdik. Bu konuda arkadaşlarımız da son derece verimli çalışmalar yürüttüler ve bizim kongre ve seçimlerimizde doğal delege sistemi olmaz.


İlçe teşkilatlarınızda alınan bir karara hangi durumlarda müdahale ile karşı karşıya kalıyorsunuz? Aşağının aldığı bir karara yukarının sürekli müdahalesi doğru mudur? Burada tabi doğru olanın ne olduğunu tespit etmek gerekir. Doğru olan yönetimin değişik kademelerine bu bana sorduğunuz genel merkez ve il başkanlıkları için geçerlidir. Acaba doğru olan ne? Doğru olan partinin organlarına sınırsız bir alan oluşturup bu alan içerisinde diledikleri gibi davranacakları bir yaklaşım sergilemek mi yoksa hani serbest Pazar ekonomisi olmasına rağmen devletin bazı alanlarda müdahalesi olduğu gibi kamu yararı gereği bazı alanlarda müdahale etmek midir doğru olan? İki yönü de tartışılır. İki tarafın da yani iki yönünün de sınırsız özgürlük vermenin veya bazı durumlarda müdahale etmenin hem iyi hem kötü tarafları olabilir. Bunlardan öte biz burada şu yöntemi belirliyoruz bir; hepimizin bağlı olduğu bir genel merkez var ve bu merkezin belirlediği bir siyaset var. Genel merkezimiz diyor ki biz özgürlük, rekabet, adalet ve bereket prensipleri üzerine kurulmuş bir partiyiz. Bizim ekonomiye bakışımız şudur, kültürel hayata bakışımız şudur, Türk siyasetine bakışımız şudur, bizim toplumun önüne sunduğumuz siyaset budur. Çoğunlukla bunu genel merkez belirliyor. Kurumsallaşmanın ve verimli çalışmanın öne çıkabilmesi için parti teşkilatlarının belirlediği, Türkiye’nin ortaya koyduğu siyaset anlayışına uygun bir takım kararlar Alıp bunun uygulanmasına ilişkin çalışmaları yürütmeleri gerekir.


Burada ölçüyü bu şekilde koymak lazımdır. Partinin Türkiye’nin önüne koyduğu siyasetle uyum içerisinde olduktan sonra birimlerimizin kendi üretkenliğine bağlı. Aslında bu soruyu parti teşkilatının misyonunu tanımlayarak cevaplamak lazım. Parti teşkilatlarının en önemli görevi, bulunduğu bölgede partisini temsil etmek, en iyi temsil yeteneğini ortaya koyabilmek ve partisinin her alanda ortaya koyduğu siyaseti bulunduğu bölgede insanlara en geniş şekilde ulaştırabilmek.


Görevi bu şekilde tanımladıktan sonra aslında hangi çerçevede bunu yapması gerektiğini de bu anlamda ortaya koymuş oluyoruz. Ama bizim yaptığımız farklı bir şey şu burada. Görevi bu olmasına rağmen parti içi demokrasinin de işleyebilmesi için teşkilatlarımızdan gelen fikirlere hiçbir zaman kendimizi kapatmıyoruz. Bizde hiçbir siyasi partide olmadığı kadar demokratik bir tartışma platformu vardır. Hem buradaki hem de ilçedeki yönetim kurullarımızda hiç kimseye tartışmada karşı fikirde olduğundan dolayı bunu inanarak söylüyorum, bunu bir röportaj psikolojisi içinde söylemiyorum. Ben inanıyorum ki hiçbir siyasi partide benim buradaki yönetim kurulumda yapılan tartışmalar gibi tartışmalar olmuyordur, hiçbir siyasi partide bizim başkanlık divanında ortaya koyduğu siyasete yönetim kurulu tarafından bu kadar demokratik bir ortamda demokratik bir tarzda gerektiği zaman karşı çıkmalar olmuyordur.


Biz özgürlüğü parti içinde özgürlük olarak da anladığımız için ve insanların fikirlerinin çarpışmasından fikirlerinin müzakere edilmesinden bir anlamda istişare edilmesinden-bu kelimenin yerine başka bir kelime bulamıyorum istişare yerine yani-verimlilik ortaya çıkacağı için en geniş şekilde bunu oluşturmaya çalışıyoruz. Bu en yukarıdan en alt kademelerimize kadar bu şekilde. Öte yandan aslında parti içinde bir hiyerarşik silsile yoktur biliyorsunuz. İl başkanı ilçe başkanına talimat veren bir makam değildir. Belli kontrol mekanizmaları vardır. Genel parti siyasetinin takip edilmediği durumlara da müdahale etmek için ve emniyet sübabı vardır ama ilçe başkanı ve ilçelerde yapılan çalışmalarda ilçe yönetimi başkanı ile birlikte kendisi parti politikalarının anlatılması ve yayılması ile ilgili işleri tespit eder ve onu uygular. Kongrelerden sonra seçilmiş bir yöneticinin bazı partilerde zaman zaman görevden alındığını görüyorsunuz. Bu durumda genel merkez ben bu adayı benimseyemedim, beğenmedim deyip yerini değiştir mi? Ya da görevden alabilir mi? Bu parti içi demokrasi ile uyuşur mu? Suç olsa da bazen suç henüz suç kesinleşmeden, sabit olmadan bu durum vaki olmakta?


Şimdi buna şöyle bakmak lazım. Parti bir ailedir. Orkestra benzetmesinde uyumla çalan bir grup ama büyükçe de bir aile. Ülkenin önüne ülkenin gelişmesi, zenginleşmesi, muasır medeniyet seviyesine çıkması için siyaset koyan, proje koyan, büyük bir aile. Bir kere partinin ülkeye hizmet noktasında verimli olabilmesi için bir bütün halinde bir biri ile uyumlu olması gerekir. Bunu kabul etmemiz lazım. Birbiri ile devamlı çekişme halinde olan, bir araya geldiğinde kavgadan başka bir şey üretemeyen yapıların ülkeyi de geliştirmesi çok kolay değil uyum gerekir. Ama bu uyum şu anlama gelmiyor. Bu uyum bazı insanların istediği kişilerden oluşan bir parti yapısı anlamına gelmiyor burada tabi söylediğiniz noktada seçimle gelişmiş insanların suç işlemelerini bir tarafa bırakırsak keyfi görevden alınmaları tasvip edilemez. Bunun tasvip edilecek tarafı yok.bunu da şurada göz ardı etmememiz gerekir. Eğer siz partinin organlarının teşekkülü aşamasında oluşturduğunuz kurallar ile o seçimleri gerçek almamda adil bir seçim haline getirememişseniz o seçimle gelen insanın da meşruiyeti de tam bir seçimle gelmiş insan niteliğinde olmaz. Yani iş en baştan başlıyor, yani doğal delege, doğal yönetim, doğal başkan, gibi alttan yukarıya kadar böyle bir yapı içinde belli insanların ve belli grupların hakim olduğu bir seçimle iş başına geliyorsa bu kişi ya da yönetim buna yukarıdan müdahale edilmesi som derece doğaldır. Müdahale edilmesi de bence zorunlu. Uyumsuz bir partiden de bir şey bekleyemezsiniz. Önemli olan şu, müdahale olmamalı. Seçimle gelmiş olanlara müdahale hiç değilse en az olmalı. Ama bu seçim adaletli bir seçim ise. Adaletli bir seçimi oluşturacak iklimi oluşturabilmişsen. Diyelim ki bir teşkilatınız parti genel politikaları ile uyuşmayan bir tavır sergiledi ya da siyaset yaptı. Ama yapılan iş genel başkanınız tarafından tasvip edilmedi kaldırılması istendi. Bu durumda genel başkanınızı mı dinlersiniz, parti teşkilatınızın arkasında mı durursunuz?


Aklın yolu birdir. Hepimiz insanız, genel başkanımız da insan. Ortak aklı işletmemiz lazım. Böyle bir ihtilaf ortaya çıktığında bu meselede oturulur. Ortak akılla karar alınır ve bu karara herkes uyar. O çerçevede bakmak lazım.


Soru biraz zorlama mı oldu? Faraziyeleri de soralım ki yarın başınıza gelirse cevabı da hazır olsun. (Gülüşmeler) Burada ortak akla önem veriyoruz. Bunu da vurgulamak isterim. Biz bütün arkadaşlarımızın niteliklerine güveniyoruz, nitelikli insanlardan oluşturmaya gayret ettik. Ve partiye ilişkin karar alırken de ortak aklı işletiyoruz. İlde de ilçelerde de böyle. Ve ortak aklın daha az hata yapacağı kanaatindeyiz. Prensibi böyle koyduktan sonra da diğerlerine de böylece cevap hazır olmuş oluyor. Öte yandan lider eksenli siyaseti yapmak zorunda Türkiye. Bunun eksiklerini de telafi etmek zorundayız. Bunu aşmak için her kademede niteliklerin yarıştığı bir yapıyı tesis etmek meseleyi çözebilir. Yoksa ben Türkiye’de şu an kurumsal siyasetin faydalı olacağı kanaatinde değilim. Liderin hiç etkili olmadığı tabi. Başarılı olacağı kanaatinde değilim. Çünkü böyle. Lider etrafında kenetlenip lidere göre benimsiyoruz yaklaşımlarımızı.


Akademik olarak tartışılabilir. Hiç itirazım yok. Akademik anlamda lider eksenli siyasetin yanlışları, kurumsal siyasetin faydaları tartışılabilir. Ama bugünkü ortamda….Bir de siyaset başarı için yapılır. Başarı elde etmek için. Ülkenin önüne koyduğumuz siyasette başarılı olmak için yapıyoruz. Bugün Türkiye’de lider eksenli olmayan siyasetin başarılı olabileceği kanaatinde değilim ben. Sonra partiyi her kafasına esenin her şeyi yapabileceği, uyum ve disiplinin olmadığı bir yer olarak düşünmememiz lazım. Burada önemli olan en tepeden en alt kademeye kadar partinin genel felsefesine uygun hareket ediliyor mu? Bakın partimizin şöyle bir felsefesi olduğunu söyledim. Bir, özgürlük, özgürlüklerin kurulması ile oluşacak rekabet, rekabetin düzgün ve adaletli işleyebilmesini sağlayacak bir hukuksal yapı bundan ortaya çıkacak zenginlik, bereket ve verimlilik, zenginlik. O anlamda., partimizin en temel felsefesi. bizim özgürlük anlayışımız, fikir özgürlüğü, inanç özgürlüğü ve teşebbüs özgürlüğü şeklinde tarif ettiğimiz aslında bütün dünyada kabul edilmesi gereken ve toplumların, ülkelerin gelişmesi için olmazsa olmaz kurallardan birisi. Bu genel felsefe ile ortaya çıkmış bir partiyiz. Bu felsefeye uymayan kim olursa olsun buna anlayış göstermemiz mümkün değil.


MURAT AKDENİZ KİMDİR


1967 Çorum İskilip doğumludur. İlk ve Orta öğrenimini İskilip'te tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Aynı yıl Hukuk Fakültesi'nde öğretim elemanı olarak çalışmaya başladı. Almanya'nın Münih şehrinde Yüksek Lisans eğitimini tamamladıktan sonra Türkiye'ye dönerek doktora çalışmalarına başladı. Ayrıca İstanbul'da bazı vakıf üniversitelerinde de ders ve seminerler verdi. Kara Ticaret Hukuku, Anonim şirketler hukuku, Deniz Ticaret Hukuku ve Marka Hukuku alanında ulusal ve uluslararası bilimsel yayınları bulunmaktadır. 2002 yılında Üniversiteden ayrılarak ticaret hayatına atıldı. Uluslararası Kara ve Deniz Ticaret Hukuku alanında danışmalık hizmetleri veren bir hukuk bürosu kurdu. Hukuk bürosunun Paris, Frankfurt, Münih, Londra, Washington, Tel-Aviv, Moskova, Tahran da irtibat büroları bulunmaktadır. Türkiye Engelliler Vakfı, M. Çevre Vakfı gibi sivil toplum örgütlerinde aktif olarak çalıştı. Almanca ve Fransızca dillerini bilmektedir. Eşi Meliha Akdeniz bir devlet lisesinde halen felsefe öğretmenidir. 10 yaşında Zeynep ve 4 yaşında Ahmet isimli iki çocuğu bulunmaktadır. Mayıs 2006 tarihinden itibaren Anavatan İstanbul İl Başkanlığı görevini yürütmektedir. ii.968.01.01-inanis

15.09.2008

100 GERÇEK VE DEVAMI................



Aşağıdakilerin tümü AKP ikdidarı nın bugüne dek yaptıklarıdır,Bunlar ayrıca yapacaklarınında teminatlarıdır...................DURMAK YOK YOLMAYA DEVAM......




1. Başbakan Erdoğan bir Amerikan gazetesine yazdığı makalede Irak'a savaşmaya giden ABD'li askerlere dua etti: "Irak'ta savaşan ABD'li kahraman bay ve bayan askerlere, en az zayiatla ülkelerine mümkün olan en kısa zamanda dönmeleri arzusuyla dua ediyoruz." "We further hope and pray that the brave young men and women return home with the lowest possible casualties, and the suffering in Iraq ends as soon as possible." By Recep Tayyip Erdogan The Wall Street Journal March 31st, 2003



2. Dışişleri Bakanı Gül "Dünya barışı için, barışı korumak için, son 50 senede dünyada en çok Amerikalılar kendi çocuklarını feda etmişlerdir."dedi. ( http://www.milliyet .com/2006/ 05/16/siyaset/ siy03.html )

3. Yirmibeş İslam ülkesinin sınırlarını değiştirip hepsini Irak gibi yapma projesi olan ABD kaynaklı BOP'la ilgili Sayın Gül'ün görüşü: "Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Türkiye'nin dış politika ilkelerine uygun. ABD ile hareket ediyoruz. Amacımız İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek." (http://www.radikal. com.tr/haber. php?haberno= 181295) Not: Vatandaşlarımızın % 72'si BOP'u tehlikeli görüyor.(25.07. 2004 - Yeni Şafak)





4. Diyanetten Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın diyor ki: "Ben Avrupa'ya gittiğimde kiliseye çok giderim, büyük zevk duyuyorum." (II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri cilt:2 sayfa:375)

5. Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı yapılan Sayın Mehmet Aydın, İslam dinini Müslüman olmayanlara tebliğ etmeye 'en DİNSİZCE hakarettir' dedi: "Bazı müslüman kardeşlerimiz diyor ki yahu bir fırsat düştü, müslümanlığı anlatalım hıristiyanlara; Allah belki hidayetini gösterir. (Diyalog çalışmalarında)... işin ucunda bilmem adam kazanmak, üye kazanmak varsa, açıkçası bu bir din mensubuna yapılacak en DİNSİZCE bir hakarettir." (II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri cilt:2 sayfa:322)

6. ABD Savunma Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz: "Biz Irak'a müdahale konusunda tereddüt ediyorduk, Tayyip Erdoğan bize cesaret vermiştir." (Irak işgalinden üç ay önceki Türkiye ziyareti esnasında yaptığı açıklamadan.)



7. Erdoğan, AJC örgütünden bugüne kadar "cesaret ödülü" alan 10 kişi içinde Yahudi olmayan tek kişi. Tayyip Erdoğan'a "cesaret ödülü" veren "American Jewish Congress" (AJC) adlı kuruluş, WJC'ye bağlı. Theodore Herzl tarafından Dünya Musevilerini bir "ulusal yurda" kavuşturma amacıyla 19. yüzyıl sonunda kurulan "World Jewish Congress" (WJC) İsrail devletini kurmakla amacını gerçekleştirmiş bir Yahudi teşkilatıdır. Daha önce AJC tarafından 10 kadar kişi ödüle lâyık görülmüştü; bunlar arasında İsrailli veya Musevi olmayan tek kişi Tayyip Erdoğan. Listede İsrail'in önemli bütün başbakanları var. Türkiye başbakanına bu ödülün verilmesi de, verildiği mekân da anlamlı: HSBC bankasının New York merkezi... (http://www.yenisafa k.com.tr/ arsiv/2004/ SUBAT/05/ tkivanc.html)

8. Bush, Erdoğan'a "Sen ne harika bir adamsın" dedi. (You are a great man) Kasım 2004

9. Çeçenler Rusların dilinde terörist. Erdoğan 3 Kasım seçimi sonrası AKP genel başkanı olarak 170 kişilik heyetle ziyaret ettiği Rusya'da teröre karşı işbirliğinden söz etti.

10. Erdoğan genel başkan sıfatıyla gittiği Çin'de de şöyle dedi: "Tek Çin anlayışını destekliyoruz. Çin'in toprak bütünlüğü konusunda Türkiye'nin herhangi bir tereddüdü yok, saygısı vardır. Terörün dini, milleti, ırkı olamaz." (Çin, işgal ettiği Doğu Türkistan'ı kendi toprağı sayıyor. Özgürlük mücadelesi veren 30 milyon Uygur Türkü kardeşimize de terörist diyor. Tayyip Bey'in sözü bu manada nasıl değerlendirilecek? ) (Tayyip Erdoğan, diline pelesenk olduğu üzere, Pekin'de de "Han, Mançur, Moğol, Doğu Türkistanlı, Tibetlisi ile Çin bir büyük mozaiktir. Bu da büyük zenginliktir" demeliydi (!) alıntı)

11. Yurtdışı turları ve ilginç temasların ardından Erdoğan, milletvekili oldu. Aradan dört buçuk yıl geçmesine rağmen AKP "Acil Eylem Planı"nı bile tatbik edemedi.

12. Kuzey Irak'ta askerlerimizin başına çuval geçirildi. Buna ciddi hiçbir tepki gösterilemedi.

13.Üstelik ağır ve ciddi çuval olayı sonrası "ABD'ye nota verecek misiniz?" sorusuna başbakan şöyle veciz(!) bir cevap verdi: "Bu müzik notası değil. Öyle aklınıza her estiğinde verilmez. Ağırlığı ve ciddiyeti vardır." ( http://www.hurriyet .com.tr/agora/ article.asp? sid=1&aid=2257 )

14. Erdoğan'dan enteresan bir açıklama: "Amerika'nın düşündüğü Büyük Ortadoğu Projesi var ya, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi; Diyarbakır işte bu proje içinde bir yıldız, bir merkez olabilir. Bunu başarmamız lazım." (15 Şubat 2004, Kanal D, Teke Tek Programı) 18.02.2004. Hürriyet Gazetesi, sayfa: 20.

15. Sözde Ermeni Soykırımı meselesinde Dışişleri Bakanlığı, yetersiz kaldı. Üstelik Sözde Ermeni soykırım yasasını kabul eden ülkelere yenileri eklendi: İsviçre (2003), Slovakya (2004),
Hollanda (2004), Polonya (2005), Litvanya (2005), Arjantin (2006)...

16. 1 Mart Tezkeresi reddedilmesine rağmen, bir genelgeyle, ABD'nin savaş araç-gereçleri Türkiye üzerinden nakledildi.

17. İsrail'in talebiyle ve onun güvenliği için, kamuoyuna rağmen Lübnan'a asker gönderildi.

18. Başbakan Erdoğan, İspanya Başbakanıyla beraber Medeniyetlerarası İttifak(!?) eşbaşkanı oldu. (Medeniyetler arası ittifak, Dinlerarası diyaloğun diğer bir ismidir.Gösterilen tepkiden dolayı, medeniyetler arası ittifak ifadesi kullanılıyor.)

19. Başbakan Erdoğan, BOP'un da (Büyük Ortadoğu Projesi) eşbaşkanı oldu. İkinci başkan, Bush.

20. Erdoğan, Gül ve bakanların baskısına rağmen 1 Mart tezkeresine 'hayır' diyen milletvekilleri, 22 Temmuz seçiminde aday gösterilmediler.

21. Tezkereye 'evet' denmesini isteyen Erdoğan "Her zaman 'hayır'da hayır yoktur. Rahat olun, gelişmeler kontrolümüzde" dedi.

22. Erdoğan, tezkere geçse de geçmese de ABD'nin harekatta kararlı olduğunu belirterek, Türkiye'nin 2003 yılı içinde 73 milyar dolar borç ödemesi olduğunu söyledi ve tezkerenin çıkmaması halinde Türkiye'nin ekonomik olarak çok sıkıntıya gireceğini ifade etti. (Hatta Erdoğan'ın "Tezkereye hayır diyen, bana hayır demiş olur"... "Tezkere geçmezse memur maaşlarını ödeyemeyiz" dediği ifade edildi.)

23. Devlet Bakanı Ali Babacan, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ve Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, tezkerenin yararlarını sıraladı: "ABD ile her platformda stratejik ortaklığımız artarak gelişir." (Irak'a ve Iraklılara yapılanlar da mı?)

24. AKP önderleri tezkerenin geçmemesi durumunda olacakları da hatırlattılar: "Tezkereyi reddetmemiz Müslüman ülkelerden destek bulsa da dünyada etkili bir güce sahip olan Yahudi lobisinin desteğini kaybederiz."

25. Irak savaşında ABD'ye verilen destek, KREDİ pazarlığına dönüştü. Bakanlar Kurulu toplantısı sırasında Başbakanlık'a giden Dışişleri Müsteşarı, ABD Büyükelçisi Pearson'ın getirdiği ABD önerilerini hükümetin onayına sundu. (http://www.radikal. com.tr/haber. php?haberno= 66614)· Türkiye'nin asgari "6 milyar dolar hibe", "20 milyar doları bulan kredi" ve "ticaret desteğini" içeren seçenek üzerinde durduğu, bu seçeneğin hibe bölümünü artırmak üzere pazarlık ettiği öğrenildi. · 92 milyar dolarlık bir kayıp faturası gündeme getiren Ankara, 2003′te
25, sonraki dört yılda 15-17 milyar dolar desteğe ihtiyaç duyulabileceğini belirtti. ABD, Türk ekonomisini ayakta tutma güvencesi verdi.

26. CIA'nin işkence uçakları hava sahamızı ve hava limanlarımızı kullandı. (www.aksiyon. com.tr)

27. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül açıkladı: "Irak savaşında ABD , İncirlik'i kullandı ve buradan 4 bin 990 sorti gerçekleştirdi." (Vecdi Gönül'ün "Los Angeles World Affairs Council" adlı kuruluşun düzenlediği konferansta yaptığı "Avrasya'da değişen güvenlik ortamı ve ürkiye'nin stratejik önemi" konulu konuşmasından.) AA

28. Erdoğan ve Gül, 29 Ekim 2004 tarihinde AB Anayasası'nı imzaladılar. Nerede? "Bütün Türkler yok edilmeden Hristiyan dünyası rahat etmeyecek." diyen Papa Cixtus'un (1585-1590) heykeli altında, manevi huzurunda...

29. AB müzakere haberi, Kızılay'da gündüz gözüne havai fişeklerle kutlandı.

30. Erdoğan "Küresel sorunlarla mücadelede dünyanın ABD'ye ihtiyacı olduğunu; Türkiye ile ABD'nin temel hedeflerinin örtüştüğünü" söyledi. (http://www.yenisafa k.com.tr/ arsiv/2005/ HAZIRAN/11/ p01.html )

31. AKP milletvekili Ömer Çelik, kadınları tecavüze uğrayan ve ülkesi işgal edilmiş Iraklı direnişçilere: "Katiller sürüsü!" dedi. (21.08.2004 - Vakit)

32. Erdoğan'ın danışmanı Cüneyd Zapsu, Amerikalılara Tayip Erdoğan hakkında, "Bu adamı kullanın!" dedi. İşte American Enterprise Institute adlı düşünce kuruluşundaki konuşmanın teyp kaydı: This man is an honest man. And he has his own beliefs and he is true to his beliefs. Please try to... I'd say "exploit"(sömü rmek,istismar etmek, kendi çıkarına kullanmak) is a bad word, but kullanmak or use... (Zapsu burada Türkçe kullanmak sözcüğünü telaffuz ediyor ve İngilizce nasıl denir anlamında dinleyicilere bakıyor ve bir Türk dinleyicinin hatırlatması üzerine sözlerine devam ediyor) take advantage of this man. Because this person has so much credibility, because of his own beliefs in the Muslim world and he believes in the Western style democracy. I think instead of pushing him down, putting him to the drain, use... Here and in Europe you should take advantage of that. This is my offer... ( http://www.milliyet.com.tr/2006/ 04/12/siyaset/ axsiy02.html )


33. En büyük ortaklarından biri Yunan Kilisesi olan National Bank af Greece(NBG), ülkemizden banka satın aldı. ( Fakat aynı Yunanistan, Ziraat Bankası'nın Atina'da şube açmasına izin veriyor mu?)

34. Başbakan Erdoğan; "etnik, coğrafi ve dini temele dayalı ekonomik birliktelikleri, küreselleşme sürecinin reddettiği bir durum olduğu için, doğru bulmadığını" söyledi.Etnik denilen: Orta Asya Türk Devletleri. Coğrafi denilen: Komşularımız. Dini denilen: İslam Ülkeleri... (AB ile ABD bize yeter denilmek mi isteniyor?)

35. 4928 No.lu ve 15.07.2003 tarihli Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'da 'cami' kelimesi 'ibadethane' olarak değiştirilerek apartman kiliselerinin önündeki yasal engel kaldırıldı. (25173 sayılı Resmi Gazete - Yayın tarihi:19 Temmuz 2003 Cumartesi)





36. Van Akdamar Kilisesi'nin onarımını Başbakan gizlice denetledi. ( Peki ama niçin gizli?..) Erdoğan, Hakkari'den Van'a gelirken beklenmedik bir şekilde Van Gölü üzerindeki Akdamar Adası'na indi. Görevli bekçinin dışında hiçbir yetkilinin bulunmadığı adaya konan helikopterden inen Erdoğan ve beraberindeki bakanlar, Ermeni Kilisesindeki restorasyon çalışmalarını inceledi. Hakkari'den havalanan diğer 2 helikopter, Van Ferit Melen Havaalanı'na inerken protokol üyeleri bir süre Erdoğan'ın içinde bulunduğu diğer helikopteri bekledi. (Yetkililer, Başbakan'ın Akdamar Adası ziyaretiyle ilgili ısrarlı soruları cevapsız bıraktı.) 21.11.2005 · Bu denetlemeden 16 ay sonra (Kur'an Kursu yıkımından 5 gün önce), onarılan kilisenin açılışı gerçekleştirildi. 3 yıl süren bu kilise tamiratının yaklaşık 3milyon YTL'ye (3 trilyon lira) mal olduğu belirtildi.

37. "Kur'an Kursu Yıkımı" ülke tarihinde bir ilk oldu. Tarih: 3 Nisan 2007 ( Mevlid kandilinden 3 gün, Akdamar Kilisesi açılışından 5 gün sonra...) Yer: Kasımpaşa ( Sayın Erdoğan'ın mahallesi...) · Yüzlerce polisin hazır bulunduğu yıkımda cemaate biber gazı sıkıldı. · Yıkımı Beyoğlu Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekipleri yaptı. · Büyük Piyale Kur'an Kursu, "yürütmeyi durdurma kararına rağmen" yıkıldı. (30 günlük yürütmeyi durdurma kararı: İstanbul 5. İdare Mahkemesi. Esas No: 2007/647) · Tüm ısrarlara rağmen yıkım için okullar kapanana kadar (2 ay) beklenmedi.

38. Kur'an Kursu Yıkımına şöyle gelindi: · "Piyalepaşa Câminin etrafının açılması için Anıtlar Kurulu'nun kararıyla kursun kaldırılacağı" bildirildi. · Dernek mensupları, aylar süren koşturmacayla lgililerle görüştüler. "Bu kursta 1959'dan beri binlerce talebeye hizmet verildiğini, yıkımın yanlış olacağını, kendilerine proje ve imkân verilirse, kursu, câminin mîmârî yapısına uygun hale getireceklerini" söyledilerse de kabul ettiremediler.

39. Yıkımla ilgili tavırlar gittikçe sertleşti. Önce çözümden bahseden Bakan Mehmet Ali Şahin sonra tavrını değiştirdi. Zira parmaklar yukarıları işaret ediyordu. Şöyle ki: · Dernek mensupları, vakıfların kendisine bağlı olduğu Bakan Mehmet Ali Şahin'le görüştüler. Bakan Bey, derhal İstanbul Vakıflar Bölge Müdürü'yle görüştü. Görüşme bittikten sonra da dernek mensuplarına, "Kur'an kursunun yıkımının yanlış olacağını" söyledi ve "Rahat olun" deyip uğurladı. · Ancak Bakan Bey, daha sonra İstanbul'a bir geldiğinde, "Kur'an kursu binasının câmiyi kapattığını" söylüyordu.

40. Kur'an Kursunu yıkanlar, kursun kaçak olduğunu söyleyerek kamuoyunu yanılttılar. "Derneğe başka bir yer gösterdik kabul etmediler " yalanını söylediler. İşte o yerler (!): · Sinan Paşa Câmii'nin avlusundaki tamamlanmamış bina. (Hem burası hakkında da yıkım kararı vardı; hem de yıkımdan sonra burayı da vermeyeceklerini söylüyorlardı) · Kulaksız'daki Okçular Tekkesi ile Okçular Tekkesi'nin yanındaki top sahası. (Bu iki yer daha önce Beyoğlu Belediyesi'ne verilmişti. Belediye "Buraya çivi bile çaktırmam" diyordu.) · Sütlüce'deki Elif Tekkesi (Büyükşehir Belediyesi burayı da kesinlikle vermeyeceğini söylüyordu.)

41. Kur'an Kursunu yıkanlar KUL HAKKINA ne kadar dikkat ettiklerini göstermiş oldular. Çünkü Kur'an kursunun bulunduğu vakıf arsası, dini ilimlerin okutulması için vakfedilmişti. Vakfın dini hükmü şudur : Bir yer, ne şartla vakfedildiyse kıyamete kadar o iş için kullanılır.Vakfedenin istediği şart, Allah'ın emri gibidir... Bu vebalin altından kim kalkabilir? Yıkılan Kur'an kursunun ne için yapıldığı hakkında tarihi kayıt: "Piyale Mehmed Paşa; cami, medrese, tekke, sıbyan mektebi, türbe, çarşı, hamam ve sebilden kurulu bir külliye yaptırmıştır." (Beyoğlu Belediyesi Web Sitesinden)

42. İçişleri Bakanlığı'nın emri ile, Papa Jean Paul'ün ölümü dolayısıyla tüm yurtta bayraklar yarıya indirildi. İçişleri Bakanlığı, 8.4.2005 Cuma günü tüm resmi dairlerde gündoğumundan-günbatımına bayrakların yarıya indirilmesini istedi. Emir örneği için: (http://www.istanbul .gov.tr/images/ docs/emir. doc) · Papa için Rusya'da bile bayraklar yarıya inmedi (!?) (Ortodokslar ya, o yüzden indirmemişlerdir...) · Diyanet İşleri Başkanımız vefat etse hangi ülke bayrağını yarıya indirir? · Türkiye'de Diyanet İşleri Başkanı vefat etse AKP bayrakları yarıya indirtir mi? · Laik bir ülkede müslümanlar aleyhine Papa için bu ayırım niçin yapılır? · Milli sembolümüz olan bayrağımızın yalnızca bir dinin ruhani lideri için yarıya indirilmesi, o dini kayırma anlamı taşımıyor mu?

43. Yeni Papa 16. Benedict'in sevgili Peygamberimiz' i eleştiren sözlerine ciddi bir karşılık verilmedi. · "Muhammed kılıçla din yaymaktan başka ne yapmıştır..." sözünün alıntı olduğunu söyleyen papaya, hiçbir yetkilimiz "SAYIN PAPA, ÖYLEYSE PEYGAMBERİMİZLE İLGİLİ SİZİN GÖRÜŞÜNÜZ NEDİR?" diyemedi.

44. Önce Papa'yla görüşmeyeceğini söyleyen Başbakanımız, aksine Papa'yı uçağın merdivenlerinde karşıladı.

45. Erdoğan, "Yahudi karşıtlığı utanç verici bir akıl hastalığının tezahürüdür, katliamla sonuçlanan bir sapkınlıktır" dedi. (http://www.yenisafak.com.tr/ arsiv/2005/ HAZIRAN/11/ p01.html) Sorulmaz mı: İslam karşıtı papayı düşmanca konuşmasının ardından uçak merdiveninde karşılamak nedir?

46. Orman Bakanı Osman Pepe'nin danışmanı Tacettin Ural, yazmış olduğu kitaba "Papa Bir Puttur" ismini verdiği için bizzat Bakan tarafından istifa ettirildi.

47. AKP iktidarı, Danimarka'da yayınlanan ÇİRKEF KARİKATÜRLERE gereken tepkiyi gösteremedi.

48. Eyüp Belediyesi'nin Pierre Loti Kahvesinin bulunduğu tepeye "Eyüp Sultan Tepesi" adı verilmesi teklifi, Büyükşehir Belediye Meclisi ve Kadir Topbaş tarafından reddedildi. (14.02.2007 - Zaman)

49. Kapalıçarşı'da, Başkan Topbaş'ın misafiri yabancı belediye başkanlarına ilahi eşliğinde içki ikram edildi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, ev sahipliğini yaptığı 4. Dünya Belediye Başkanları Zirvesi'nde toplantıya iştirak eden belediye başkanlarına 14.04.2007'de Kapalı Çarşı'da yemek verdi. Birlikte Yaşamak Konseri adı altında 'Demedim mi demedim mi? Gönül sana söylemedim mi?' 'Allahu Allah' ve 'Aşkın Ateşinde Yanalım Dost Dost' isimli ilahiler söylenirken içkiler de su gibi aktı. İslam ülkelerinden gelen Suudi Arabistan'ın Uhud Belediye Başkanı, İran'ın Tebriz Belediye Başkanı, Sudan, Nijerya, Endonezya gibi ülkelerden gelen belediye başkanları yemeklerini tamamlamadan Kapalı Çarşı'dan ayrıldı.

50. Erdoğan 2002 seçimi öncesi Of'ta şöyle dedi: "Türkiye'de 30'a yakın etnik grup ve 4 hak dine mensup herkesi kucaklıyoruz" . (http://www.yenisafa k.com/arsiv/2002/temmuz/ 12/p3.html) Erdoğan birden fazla hak din ifadesini 3. Din Şûrâsı'nda da tekrarladı: "Bütün gerçek din ve inançlar, insanlığı hayra, iyiliğe, güzelliğe çağırmıştır." (21/9/2007 Vakit) (Halbuki Kur'an'a göre tek hak din İslamdır. Bütün peygamberler İslam peygamberidir. ) Kur'an'da Hz. İbrahim için "Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir MÜSLÜMANDI" deniyor. (Âli İmran, 67) Yine Şûrâ Suresi 13. ayette İbrahim, Musa ve İsa peygamberlere gönderilenle peygamberimize gönderilen dinin aynı olduğu ifade edilmektedir. Birden fazla hak din olduğu söylense de: "Allah katında din İslam'dır" (Âli İmran, 19)

51. Antalya'da Dinler Bahçesi açıldı. (Aralık 2004)

52. Şanlıurfa'ya da "Dinler Parkı" açmaya kalktılar. Urfalıların Dinler Parkı'na tepki göstermesi üzerine proje "Halepli Bahçe" adıyla değiştirildi.

53. Müslümanları belirli mahfillere şikayet eden Tayyar Altıkulaç'ı milletvekili ve TBMM Milli Eğitim Komisyonu başkanı yaptılar. (Altıkulaç'ın şikayetlerinin yer aldığı belge: Kenan Evren ve Konsey üyelerine sunulan Diyanet İşleri Başkanlığı Brifingi 1981, sayfa:77-80. )

54. İslami cemaatlerden kopan ve onlarla mücadeleye girişen bazı kişiler seçimlerde liste başı yapıldı. Hemde seçmen desteği olmamasına rağmen ve kitleleri küstürmek pahasına. Bunlardan bazıları, aday adayı dahi olmadıkları şehirlere kontenjandan yerleştirildi. Bu adayları istemeyenler; telefon, faks, mektup yoluyla tepkilerini AKP genel merkezine iletti; ama nâfile...

55. Camilerden elektrik ve su parası alınmaya başlandı. ( Oysa kiliseler bu parayı ödemiyor. ) İlginç olan, önceki hükümetlerin çekindiği bu uygulamaya AKP'nin 2005 yılında başlaması. Derneği olan camiler, şu anda faturalarını ödemeye çalışıyor. Peki kiliseler ibadethane değil mi, niçin ödemez?

56. Yüzlerce talebe yurduna mülkiyetine bakılmasızın el koymak için yasa teklif edildi. Vakıf, dernek, hatta şahsa ait binaları işgal anlamına gelen korkunç maddeyi, tepkiler üzerine tasarıdan çıkarmak zorunda kaldılar. ( Tasarı yasalaşsaydı bu YURTLARI boşaltmayan kişi ve dernekler, mülki idare tarafından 3 ay içinde tahliye edilecekti.) (www.basbakanlik.gov.tr/docs/kkgm/kanuntasari lari/101- 1262.doc) "Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı" Madde 35 · Bu yasa teklifini cumhurbaşkanlığı ile ilgili MAĞDURİYET EDEBİYATI'na sebep olan süreçte verdiler. (Birileri (!) AKP ile uğraşırken, "Bildiri mağduru(!) AKP"nin vazifesi dindar kesimle uğraşmak mı olmalıydı?)

57. AKP, gömleğini çıkardığı Milli Görüş'ü de terör listesine almıştı. ( Tabii ki yanlışlıkla!) 4 Nisan 2003 Cuma günü hükümet, "Türkiye-Almanya Arasında Terörizm, Örgütlü Suçlar ve Büyük Önemi Haiz Suçlarla Mücadelede İşbirliği Anlaşması"nı onaylanmak üzere Meclis'e sevk etti. 11 maddelik bu anlaşmada "Milli Görüş Teşkilatı" terörist örgütler arasında sayılıyordu. Almanya Federal Cumhuriyeti (AFC) İçişleri Bakanı Dr. Otto Schily'nin 3-4 Mart 2003 tarihindeki Ankara ziyaretinde bu anlaşma karşılıklı imzalanmıştı. (Bir bakanımız, anlaşmayı okumadan imzaladığını söyledi.)Eh, gözden kaçmış...

58. Genelkurmay başkanı Özkök "İslam devleti de, İslam ülkesi de değiliz" dedi. Başbakan yorumladı: "Kendi düşüncelerini söylemiş." (Ama başbakanımız kendi görüşünü açıklayamadı.) (Harp Akademileri Komutanlığı Yıllık Değerlendirme Konuşması, 20 Nisan 2005, Hilmi Özkök)

59. Erdoğan, yeni AKP genel merkezindeki motiflerin Yahudi sembollerine benzediğini kabul etti: "Ankara Selçuklu medeniyetinin yansımaları olduğu bir ilimiz. Ayrıca Osmanlı'dan da mimari uslüba bağlı kaldık, bunun yanında cumhuriyet çizgilerini katarak bu hale getirdik. Selçuklu yıldızları, Yahudi yıldızlarını da çok andırıyor." (http://www.haber7. com/haber. php?haber_ id=248953)

60. AKP'li Belediye Başkanı Kadir Topbaş: "Ayasofya turizme açılmış, tekrar camiye çevirelim demek gereksiz bir polemik." dedi. (29 Şubat 2004 - Pazar Postası)
61. Erdoğan, Rotaryen toplantısına katılan ilk başbakan oldu. · Ali Babacan da masonik bir kuruluş olan Bilderberg toplantısına katıldı. Vakit Gazetesi, 17.05.2003 (Yorum yok; çünkü orada neler konuştuğunu bilmiyoruz...)

62. 'AKP, sulandırılmış İslam projesiyle geldi' iddiasını haklı gösteren bir olay: Başbakanın başdanışmanı Cüneyt Zapsu'nun eşi, kadın-erkek aynı safta namaz kıldı. Beyza Zapsu "Cuma'yı ben kıldırayım. Türkiye'de bir ilk olsun." dedi.

63. Türkiye'de ilk defa Siyonizm konferansı yapıldı. Theodor Herzl, Milli Kütüphane'de anıldı. (7.12.04 - Vakit)

64. AKP'li belediye başkanı Kadir Topbaş, Hür ve Kabul Edilmiş Büyük Masonlar Locası'nın toplantısına katıldı. (14.12.2004 - Vakit)

65. Hür ve Kabul Edilmiş Büyük Masonlar Locası'nın üstadı Asım Akin 22Temmuz'da AKP'yi destekleme emrini masonlara tebliğ etti. Bu, uluslararası bir talepti. İşte masonların gerekçeleri: "Şayet AKP'nin önü kesilirse, sıcak para ülkeyi terk eder ve ekonomik kriz gündeme gelir." (http://www.acikisti hbarat.com/ Haberler. asp?haber= 6721)

66. AKP'li Bülent Arınç, Rotaryanlara "Siz veren elsiniz, öpülecek elsiniz" dedi. Rotary rozeti takan Arınç, plaketini 2430. bölge Guvernörü'nün elinden aldı. (8.052003 - Vakit)

67. Türkiye Ermenileri Patriği II. Mesrob, 22 Temmuz seçimlerinde AKP'yi destekleyeceklerini açıkladı. (http://www.yenisafa k.com.tr/ politika/?q=1&c=2&i=48782&Ermeni/Cemaati/ se%C3%A7imlerde/ Ak/Partiyi/ destekleyecek)

68. AKP'li Beyoğlu Belediyesi tarafından hazırlanan "Kültürleri Buluşturan Kent 22" adlı kitapta, alkollü içki teşvik ediliyor. (18.02.2004 - Vakit)

69. Umuma açık içkili yerlerin okullara uzaklığı 200 metreden 100 metreye indirildi. Turizmi teşvik kapsamında olan yerlerde ise mesafe şartı aranmayacak. (4.4.2004 - Türkiye)

70. AKP'den bir ilk: Gay ve Lezbiyen Filmleri Festivali'ne onay verildi. (27.09.2004 -Vakit) "Outistanbul 1. Uluslararası İstanbul Gay ve Lezbiyen Filmleri Festivali"

71. Aile Sağlığı adı altında bazı okullarda "eşcinsellik" dersi verildi. Tepki gelince uygulama durduruldu. (16.03.2007 - Zaman)

72. Türkiye'nin ilk eşcinsel oteli açıldı. (31.05.2007 - Posta)

73. AB mevzuatına uygun Türk Gıda Kodeksi ayınlandı. "Çiğ Kırmızı Et ve Hazırlanmış Kırmızı Et Karışımları Tebliği" Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi. (http://www.hurriyet .com.tr/ekonomi/ 4716801_p. asp) · Domuz ve yaban domuzu kasaplık hayvanlar arasına alındı.

74. AKP'nin meclisten geçirdiği TCK'nın 230. maddesi: "Aralarında evlenme olmaksızın dini nikah yapanlar, 6 aya kadar hapisle cezalandırılırlar. " (2004)
· Peki ya nikahsız yaşayanlar? Cezası yok, çünkü: "Zina suç olmaktan çıkarıldı." (2004) · Iğdır valisi açıkladı: "Fuhşun suç sayılmaması ve yaygınlığı yüzünden namuslu kadınlarımız neredeyse sokağa çıkamaz hale geldi." (23.11.2005 - Vakit)

75. Başbakan "Çocuğum işsiz" diyen vatandaşı "Senin çocuğun da işsiz kalsın! Otur, otur! Bana kişisel sorunlarını getirme..." diye azarladı. (AKP Keçiören İlçe Kongresi) http://www.radikal. com.tr/haber. php?haberno= 182616 · "Lan...Sus...Hadi ananı al git buradan!" diyen başbakanın arkadaşları da benzer üslupla konuştular: Tarım Bakanı, çiftçilere hitaben: "Gözünüzü toprak doyursun."dedi. Maliye Bakanı: "Babalar gibi satarım."dedi. AKP Urfa Milletvekili, sel mağduru vatandaşı şöyle azarladı: "Fazla konuşma!"Orduda Fındık Üreticisine AL ürününü kime satarsan sat denildi...

76. Zaman zaman "Savcılar ne güne duruyor?" diye yakınan AKP yönetimi, Şemdinli davası savcısını harcadı. (Adalet Bakanı tarafından HSYK'ya sevk edilen savcı Sarıkaya, meslekten ihraç edildi.)

77. Erdoğan'ın talimatıyla 2006 yılında yargıç ve savcılara %50'ye varan oranlarda zam yapıldı. (Asgari ücretliler "AKP çekindiği kurumlara mı zam yapıyor?" diye sormaya başladı.) · Daha yakınlarda AKP'ye gereken teşekkürü(!) yapan Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu'yu arayan Bülent Arınç zam müjdesini şöyle vermişti: "Tasarı hazırlandı. Komisyonlardan hızlı şekilde geçirilip, en kısa sürede Genel Kurul'dan geçirilecek." (http://www.hurriyet .com.tr/gundem/ 4495113.asp? m=1&gid=69)

78. Başbakan Erdoğan, İHL ve meslek liseleri hakkında "Biz hükümet olarak bu bedeli ödemeye hazır değiliz" dedi. Birlik Vakfı'nca İstanbul Grand Cevahir Oteli'nde düzenlenen 'Meseleler ve Çareler' konulu sempozyum. (http://arsiv. sabah.com. tr/2004/07/ 04/siy105. html)
79. Din Kültürü kitaplarına Hz.Musa'nın, Hz. İsa'nın ve Sevgili Peygamberimizin resimleri kondu. (2004)

80. Din Kültürü kitaplarında mezhep sayısı 4'ten 5'e çıkarıldı. (Bakınız: Orta Öğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Ders Kitabı 11. Sınıf, MEB Yayınları, İstanbul-2006, sayfa 65, İslam Düşüncesinde Ameli-Fıkhi Yorumlar)

81. Din Kültürü kitaplarına göre, mezheplere gerek yok. (2005'ten beri okutulan 8. sınıf Din Kültürü Kitapları, Dinde Anlayış Farklılıkları/Mezheple r bölümü.) Bazı kitaplarda bu görüş yumuşakça (!) ifade edilse de ilköğretim öğrencisinin kafasını karıştırmaya yetiyor.

82. Okullara gönderilen genelge ile Kuran-ı Kerim'de geçen bazı kelimelerin kullanılması yasaklandı: cemaat, cihad, fetva, halife, hicret, imam, imamet, kafir, medrese, mücahid, mümin, münafık, şehadet, şehit, şeriat, şirk, tağut, tebliğ, tekke, tevhid... Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı'nı sözkonusu genelgeyi göndermekle görevlendirdi. ( http://arsiv. sabah.com.tr/2005/01/ 13/gnd106. html )

83. Sekizinci sınıf Din Kültürü kitabının namaz tarifinde, bayanlar için "başı yarı açık" resim kullanıldı. Aynı kitabın 91. sayfasında cemaatler için : "Bunlar tarikatlar gibi insanların din ve vicdan özgürlüğünü, ulusal birlik ve beraberliğini ortadan kaldıran gruplardır" ifadesi kullanıldı.

84. Bazı köylerde ilköğretim 1. sınıf öğrencilerine dağıtılan okuma-yazma öğreniyorum kitaplarında 13 ve 15. sayfalarında haç işareti bulunan, 3 çocuğun kilisede aldığı eğitimi ve kilise dualarını gösteren fotoğraflar kullanıldı. (MEB-TTKB'nin 12.07.2004 tarih / 115 sayılı onayını taşıyan AB destekli bu kitaplar, ücretsiz dağıtıldı.)

85. 2005'te onaylanan 5. sınıf Din Kültürü kitaplarında "Kelime-i Tevhid, Lailâhe illallah'tır" deniyor. ("Muhammedur- rasûlullah" ifadesine yer verilmiyor.) (AB projelerini ve ders kitaplarındaki değişimi düşündüğümüzde "Muhammedur- rasûlullah" bölümünün yazılmaması, her şeyi anlatıyor. "Muhammedur- rasûlullah" ifadesi; Hz. Muhammed'in Allah'ın rasulü olduğunu söyleyen Müslümanları, Hz.İsa'yı rab ve oğul kabul eden Hıristiyanlardan ayırır. Bunu kaldırmak hangi düşünceden ileri gelir?)

86. Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in başörtüsü sorununa bakışı: "Başörtüsünü sorun sayanların sayısı yüzde bir buçuktur. Halk hangi konuların öncelikle çözülmesini istiyorsa biz hükümet olarak bu sorunlara odaklandık. Bizim gündemimizde halkın sadece yüzde 1,5′inin gündeminde olan bir konu öncelikli olarak yoktur. Olması siyaseten de yanlıştır." 24.05.2006 - Milliyet ( http://www.milliyet .com.tr/2006/ 05/24/resim/ birincisayfa. jpg )

87. Erdoğan, başörtülüleri 3-5 ağaca benzetti: "Yani burada bizim bireysel özgürlük anlayışlarımız eğer genel özgürlük anlayışının önüne çıkarsa herhalde yanlış yaparız diye düşünüyorum. Geneli kucaklamak durumundayız. Ormanı düşünelim, oradaki birkaç ağacı değil. Birkaç ağaç üzerinden hareket edersek yanlış yaparız. Nitekim Türkiye'de yapılan kamuoyu araştırmalarının bu konudaki neticeleri çok açık net ortadadır." (http://www.akpgerce gi.com/category/ basortusu/)

88. Urfa'dan Ankara'ya yürüyen başörtü mağdurları Meclis'e girerken 'terörist' muâmelesi gördü. Üç kişilik heyet, polis tarafından ayrı bir odaya alınarak üzerlerindeki paradan çoraplarına kadar arandı. (6.1.05-Vakit)

89. MEB'e bağlı Yurt-Kur'un başörtülü ve sakallı fotoğraf veren öğrencilere burs vermeyeceği açıklandı. (09.10.2006 - Vakit)

90. AKP'li Kuşadası Belediyesi, hediyelik eşya dükkânı açmak isteyen bayana, başörtülü fotoğrafla başvurduğu için ruhsat vermedi. (http://www.stargundem.com/news/ 11299.html)

91. Meclis kitabında dedesinin sarıklı fotoğrafını gören AKP milletvekili: "Benim dedem sarık takmazdı; aydın bir insandı" dedi. (01.05.2004 - Vatan) (Sarığı karanlık sembolü görenler, başörtüsü için ne düşünür?)

92. Bülent Arınç: "Başörtü meselesi bizim namus meselemizdir. Bu sorunu çözmek bizim namus borcumuzdur. " demişti. (Kahramanmaraş mitingi - 2002) · Arınç:"Başörtüsü sorunu çözülecektir; ama demokrasi çerçevesinde ve zamanı geldiğinde."(28.12. 04- Vakit)

93. Başbakana örtü mağdurlarından mektup: Sözünüzü tutun. (23 Nisan 2004 - Vakit) (Bu mektuba hâlâ cevap verilmedi.)

94. Öğrenci affı getirildi. Yani zamanında başını açmadığı için okullarını bitiremeyenlere bir fırsat (!) tanındı. Peki nasıl mezun olacaklardı. Erdoğan, sorunu çözdü: "Peruk taksınlar girsinler." (www.haber7.com/ haber.php? haber_id= 237241 )

95. Abdullah Gül, YÖK'ün kurucu başkanı olan ve üniversitelerde başörtüsü yasağını başlatan İhsan Doğramacı'ya 2007 Meclis Onur Ödülü verilmesini teklif etti. (17.02.2007 - Zaman) Bülent Arınç da Doğramacı'ya telefon ederek ödülün kendisine verileceğini müjdeledi. · Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Gül'ün teklif ettiği ödül, daha sonra Gül tarafından takdim edildi. (http://www.sabah. com.tr/2007/ 05/31/haber, 06DCCD2256774F55 BD39882429EF5F05 .html)

96. Şubat 2003'te "Benim bu davayı geri çekmem bütün kadınlara hakaret olur" diyen Hayrunnisa Gül, bir yıl sonra AİHM'deki başörtüsü şikayetini geri çekti. (3 Mart 2004 - Vakit)


97. Abdullah Gül, Ahmet Vakur Gökdenizler'i Denizcilik-Havacı lık genel müdür yardımcılığından büyükelçilik statüsüne yükselterek Montreal'e daimi temsilci olarak atadı. (30.10.2006 - Vakit)
Adı pek çok skandala karışan bu kişiyi hatırlayalım: A.Vakur Gökdenizler, 1999'da Merve Kavakçı'nın ABD vatandaşı olduğunu Dallas Göçmen bürosundan öğrenerek yıldırım kriptoyla Ankara'ya bildiren kişidir.

98. Başbakan Erdoğan: "Başörtüsü konusunda hiçbir yerde, kimseye söz vermedim. Vaat etmediklerimizi, vaat edilmiş gibi gösteren, provake edenler var." dedi. ( www.gazetevatan. com/root. vatan?exec= haberdetay&tarih=05.04.2005&Newsid=50529&Categoryid=3 )

99. Başörtüsü sorunuyla ilgili vaadi olmadığını açıklayan Başbakan, Fener Rum Patriği'ne söz verdi: "Bütün sorunlarınızı çözeceğiz." (11.12.2004 - Vakit)

100. Yüz maddeye sığmayan A'dan Z'ye diğer gerçekler: A. Yabancılara toprak satışına izin veren yasa çıkarıldı. (Dikkat: Ev, daire, bina değil; arazi satılıyor.) B. Erdoğan, çocuk katiline "Sayın" dedi. C. Dışişleri Bakanlığı, Ebu Garip cezaevinde işkence gören Türkler ve diğerleri için harekete geçmedi. Ç. Şimon Peres "AKP, Türk lokumu" dedi. (http://webarsiv. hurriyet. com.tr/2004/09/02/515570. asp) Demek onlara göre öyle. D. Devlet bakanı Kürşat TÜZMEN bir defile sonrası F. LOPES isimli kadınla kadeh tokuşturup şarap içti (10.02.2077 - Posta)


Not: Bakan içki başında, başı örtülü öğrenciye öğretim yasak. E. ATO raporuna göre son 4 yılda, yıllık ortalama 546.000 dosya, zaman aşımından düştü. (AKP'nin A'sının resmidir...) F. Yasaklar devam ediyor:a- Başörtüsü yasağı, b-12 yaşından küçüklere Kuran öğretme yasağı... G. AB hatırına Mardin-Midyat Bardakçı köyünün camisini kiliseye çevirmeye kalktılar. Ğ. Kuzey Irak yönetimi AKP'yi zor durumda bırakmamak için 22 Temmuz seçimine kadar sessiz durma kararı aldı. (İlnur Çevik ve bölgede görev yapan gazeteciler bildirdi.) H. AKP 22 Temmuz seçim beyannamesine Başörtüsü, YÖK ve terörle mücadeleyi almadı. I. 273 üyeli İsrail Dostluk Grubunun 173'ü AKP milletvekiliydi. İ. Bazı AKP milletvekilleri, yolsuzluklara tahammül edemediklerini söyleyerek partilerinden ayrıldı. J. Kıbrıs için "Çözümsüzlük çözüm değildir" diyen başbakan, "toplumsal mutabakat" diye bir şey uydurup başörtüsünü çözümsüz hale getirdi. (Başbakanın bizim icadımız dediği "Toplumsal mutabakat", cumhurbaşkanlığı seçiminde kullanılamadı. ) K. Misyonerliğe yasal izin verildi. (AKP'nin gerekçesi Misyonerlik faaliyetlerini denetim altında tutmakmış...) L. Bazı müftülüklerde ilk defa orkestra eşliğinde "Kutlu Doğum" Konserleri(!) düzenlendi. (Vatandaş sordu: Peygamberimiz bu toplantılara katılır mıydı?) M. Ezan sesinin kısılması için genelge yayınlandı. N. Uygun görülen yerlerde Cuma namazının son 6 rekatı kıldırılmıyor. Yer yer bu konuda kavgalar oldu. O. Kuran öğrenimi yasağını TCK'ya koyarak; dedelerin, ninelerin torunlarına Kuran okutmasını yasak saydılar. Ö. Bir yandan özelleştirme yapılırken bir yandan da belediye şirketleriyle yeni KİT'ler oluşturuldu! P. Ülkemizdeki yabancı şirket sayısı 3'e katlandı. R. Borçlu vatandaşlarımızın sayısı 4,4 kat arttı. S. Köylüler, çiftçiler, fındık üreticileri... protesto mitingi yapacak derecede mağdur edildi. Ş. Ülkemizin toplam borcu (iç-dış), dolar bazında 2 katına çıktı. T. Bankacılık sektörünün % 51'i yabancıların eline geçti. U. Resmi açılışlar ve devlet törenleri, AKP seçim mitinglerine dönüştürüldü. Ü. "Kuraklık destek" haberini, seçim meydanından Dışişleri Bakanı açıkladı. V. Erdoğan, parti mitinglerine başbakanlık uçağı ile gittiği için tepki çekti. Y. 5 senedir garibanların başörtüsü için toplumsal mutabakatı bekleyen iktidar mensupları, sıra kendi eşlerine ( Cumhurbaşkanlığı seçimine) gelince bunun demokratik hak olduğunu hatırladılar. Z. Babası dışişleri bakanı olmayan kızlar, mezuniyet törenlerine başörtüsü ile katılamadı

Milletinize sahip çıkın ...


Kırılganlığı her geçen gün artan Ülkemizdeki ekonomik kriz; halkın sessiz kalması basının yeteri kadar yer vermemesi ile izlerini bırakarak devam ediyor. Paranın piyasada azalması insanların günlük ihtiyaçlarını karşılayamaması ile Bankaların arkasına bakmadan verdikleri kredi kartlarıyla gün geçtikçe daha fazla borçlanan bir nesil ile karşı karşıyayız.

Piyasanın daraldığı, verilen malların bedellerin geriye dönmediği bugünkü ortamda, vatandaşa ipotek karşılığı 1/1 kredi veren yabancı bankalar ve kredisini zamanında ödeyemeyen, bunun karşılığında, atadan dededen kalma arsa ve tarlasını yabancı bankalara kaptıran mutsuz insanlarla karşı karşıyayız.
Buradan sesleniyoruz, vatan topraklarını kanlarıyla canlarıyla koruyan bir neslin torunlarına sesleniyoruz. Kardeşlerimize arkadaşlarımıza sesleniyoruz. Lütfen dikkatli olun. Kredi batağına düşmeyin.

Yine sesimizi yükseltiyoruz. Sermayesi Türk olan. Kazancı Türkiye"de kalacak bankalara sesleniyoruz. Çiftçimizin, esnafımızın, vatandaşımızın elinden tutun. Bu Kredi kartı çılgınlığından, daralan ekonomiden bunalan ve ipotek karşılığı mallarını rehin eden insanlarımıza nefes aldıracak çözümleri siz sunun. Çünkü sizde bizim gibi Türk olmakla öğünüyorsunuz. Cephede savunduklarımızı, ekonomik alanda kaybetmeyelim.cenk TUNÇSİPER

11.09.2008

YÜZSÜZ CIVIK MEDYA !!!



KİM SİZE İNANACAK ?


KİM SİZE GÜVENECEK ?



3 KASIM 2002 SEÇİMLERİNDEN ÖNCEDE ;
SÖZDE HAKTAN YANA HALKTAN YANA İDİNİZ HANİ NE OLDU ? ...
MHP ANAP DSP KOALİSYON HÜKÜMETİNDE KAMOYUNA SÖZDE ÖZGÜRLÜK SÖZDE DEMOKRASİ ADI ALTINDA BAŞÖRTÜLÜ KIZ ÇOCUKLARIMIZIN OKUMA HAKKI ELDEN ALINIYOR DİYE GECE GÜNDÜZ YAYIN YAPAN SİZ DEĞİLMİYDİNİZ ?
HER CUMA NAMAZI ÇIKIŞINDA BAŞÖRTÜSÜNE ÖZGÜRLÜK ADI ALTINDA EYLEMLERİ BAŞ HABER YAPIP NERDE DEMOKRASİ NERDE İNSAN HAKLARI DİYE FİGAN KOPARAN SİZ DEĞİLMİYDİNİZ ?
EY İKİ YÜZLÜ MEDYA AKP 6 YILDIR İKTİDARA NEDEN ALLAH RIZASI İÇİN BİR GÜN EYLEM YAPIP AKP İKTİDARINDAN HESAP SORMADINIZ ?
ÜSTELİK AKP SEÇİMDEN ÖNCE MANİSA MİTİNGİNDE *YÖK BAŞÖRTÜSÜ SORUNUNU ÇÖZMEK BİZİM NAMUS BORCUMUZ* DİYEN AKP DEĞİLMİYDİ ? EY İKİ YÜZLÜ MEDYA
HANİ NE OLDU 6 YIL GEÇTİ O KIZ ÇOCUKLARININ BAŞÖRTÜSÜ SORUNLARIMI ÇÖZÜLDÜDE Mİ AKP BAŞBAKAN TAYYİP ERDOĞANDAN HESAP SORMADINIZ ?

HANİ 22 TEMMUZ SEÇİMLERİNDE AKP YENİDEN TEK BAŞINA İKTİDAR OLURSA BÜLENT ARINÇIN DEYİMİYLE *DİNDAR BİR CUMHURBAŞKANI* ÇANKAYAYA AKP'Lİ BİRİNİ ÇIKARTIRLARSA SORUN ÇÖZÜLECEK DİYE BAR BAR BAĞIRDINIZ
SONUÇTA DİNSİZ DİYE DAMGA VURDUĞUNUZ C.BAŞKANI NECDET SEZER GİTTİ DİNDAR OLAN BİRİ YANİ ABDULLAH GÜLÜ C.BAŞKANI YAPTINIZ
PEKİ SONUÇ AKP BAŞBAKAN TAYYİP ERDOĞAN VE DİNDAR C.BAŞKANI ABDULLAH GÜL YÖK BAŞÖRTÜSÜ YASAĞINI KALDIRABİLDİ Mİ YOK
YASAĞIN KALKMASI ŞURDA DURSUN YÖK'ÜN BAŞÖRTÜ YASAĞININ UYGULANMASI İÇİN KANUNLAŞTIRILDI YANİ RESMİLEŞTİ
ÇÜNKÜ ANAYASA MAHKEMESİNİN KESİN KARARI VAR KESİNLİKLE YÖK VE DİĞER OKULLARDA KESİNLİKLE BAŞÖRTÜLÜ OKULA GİRMEK YASAKTIR DİYE ANAYASA MAHKEMESİNİN KESİN KARARLARI VAR
BUNDAN SONRA BAŞÖRTÜLÜ KIZ ÇOCUKLARIMIZIN İTİRAZ HAKKIDA KALMADI YOK ! ... EY İKİ YÜZLÜ MEDYA HANİ İMF'YE KARŞIYDINIZ İMF TÜRKİYEYİ SÖMÜRÜYOR DİYE GEÇMİŞ HÜKÜMETE OLMADIK SÖZLER SÖYLEYEN ACIMASIZCA ELEŞTİREN SİZ DEĞİLMİYDİNİZ ?
HANİ NE OLDU AKP GELİNCE İMF'LE ANLAŞMAYI ÇÖPE ATACAKLARDI ÇÖPE ATMA ŞURDA KALSIN 3 YIL DAHA BİZATİ AKP İKTİDARI İMF YENİ ANLAŞMA İMZALADI EY İKİ YÜZLÜ MEDYA NİÇİN AKP İKTİDARINI ELEŞTİRMEDİNİZ ?



ELEŞTİRME SİZİN OLSUN YETMİYORMIŞ GİBİ AKP İKTİDARINDA İMF REÇETESİNİN BİNBİR YARARLARINI ANLATMAYA SAVUNMAYA KALKAN SİZ DEĞİLMİYDİNİZ ?...
HANİ GEÇMİŞ HÜKÜMETTEN HESAP SORMAK İÇİN M.VEKİLİ DOKUNULMAZLIĞINI KALDIRACAĞIZ DİYEN AKP TAYYİP ERDOĞAN HATTA ÜLKENİN BAŞINDAKİ TÜM YOLSUZLUKLARIN BAŞI M.VEKİLİ DOKUNULMAZLIĞI YATMAKTADIR DİYE HAKLI YERİNDE BİR TESBİT YAPAN AKP TAYYİP ERDOĞAN
6 YILDIR İKTİDARDA EY İKİ YÜZLÜ MEDYA NEDEN AKP TAYYİP ERDOĞANDAN NEDEN BU DOKUNULMAZLIĞI KALDIRMADINIZ DİYE BİR GÜN HABER Mİ YAPTINIZ HESAPMI SORDUNUZ ?
DAHA BİR HAFTA EVEL AKP GENEL BAŞK YARDIMCISI M.VEKİLİ ŞABAN DİŞLİ YOLSUZLUK YAPTIĞI 1 MİLYON DOLARLI RÜŞVET BELGESİNİ CHP TARAFINDAN DEİLLİ İSBATLI BİR ŞEKİLDE KAMOYUNA AÇIKLADI.
PEKİ BAŞBAKAN TAYYİP ERDOĞAN NE YAPTI ŞABAN DİŞLİNİN PARTİ GÖREVİNDEN ALARAK OLAYIN ÜSTÜNÜ ÖRTMEYE KALKTI NEDEN DİŞLİNİN M.VEKİLİ DOKUNULMAZLIĞINI KALDIRMIYOR EY İKİ YÜZLÜ MEDYA HANİ SİZ HAKTAN YANAYDINIZ HANİ SİZ ADALETTEN YANA İDİNİZ NE OLDU ? NEDEN BAŞBAKANDAN HESAP SORMUYORSUNUZ ?
DAHA BİR ÇOK SORUNLAR VAR İKEN BUNLARIN BAŞINDA BAŞBAKAN TAYYİP ERDOĞANIN DEYİMİYLE GARİP GURABANIN SOFRASINA YÜDE 150 İLE 200 ANORMAL ZAMLARI SORMUYORSUNUZ HANİ SİZ DEĞİLMİYDİNİZ ÜLKENİN DURUMU ÇOK İYİ HERŞEY GÜLLÜK GÜLÜSTANLI DİYE GECE GÜNDÜZ YAYIN YAPAN SİZ DEĞİLMİYDİNİZ?
HANİ NE OLDU O GÜLLÜK GÜLÜSTANLIK İÇİNDE HER ŞEY İYİYE GİDİYOR EDEBİYATI HANİ NE OLDUDA HERŞEYİN İYİYE GİTTİĞİ ÜLKEDE YÜZDE 200 LERE VARAN BU ANORMAL ZAMLAR YAPILDI HİÇ BAŞBAKAN TAYYİP ERDOĞANA AKP HESAP SORDUNUZ MU ?

GEÇMİŞ KOALİSYON HÜKÜMETİNDE HALK EZİLİYOR GEÇİNEMİYOR DİYE FİGAN KOPARAN SİZ DEĞİLMİYDİNİZ EY YÜZLÜ MEDYA NE DEĞİŞTİDE 6 YILDIR AKP İKTİDARINDAN HESAP SORMADINIZ ?
EVET DEĞİŞEN TEK ŞEY HERŞEYİNİZ ŞAHSİ ÇIKAR ŞAHSİ MENFAAT KISACASI HARAMZEDE SOFRASININ BAŞ KÖŞESİNDE YERİNİZİN OLMASI !
BU KADAR İKİ YÜZLÜLÜĞÜNÜZDEN SONRA
KİM SİZE İNANACAK KİM SİZE GÜVENECEK ?

Bu memlekette birileri örgütlenmiş, fakirin fukaranın hakkı olan zekatı topluyorlar.


ANAVATAN GENEL BAŞKANI sayın ERKAN MUMCU
AKP iktidarı BAŞBAKAN R.TAYYİP ERDOĞAN
HAKKINDAKİ YOLSUZLUK İDDAALARINI
BELGELERİYLE 2 YIL ÖNCE TBMM SÖYLEMİŞTİ...?!


Bu memlekette birileri örgütlenmiş, fakirin fukaranın hakkı olan zekatı topluyorlar.



Zekat toplayıp banka kuruyorlar.
Banka kuruyorlar, banka kurmak onlara yetmiyor devlet kudretini istiyorlar.
Devleti ele geçirmedikleri zaman hırçınlaşıp iftira, tertip her türlü ahlak dışı, din dışı yola başvuruyorlar. Ve bunun adını ‘din’ koyuyorlar. Günah.Bu çocukların hakkı birilerinin siyasi kudreti oluyor.
Deniz feneri isimli bir derneğe operasyon yapıldı, Almanya’da. Kanal 7 televizyonunun yöneticilerinin zimmetine buradan milyonlarca Avro’nun aktarıldığı hukuk dışı olarak aktarıldığı belgelendi.
Memlekette tık çıkmıyor.
Sanki bir tek ben mi biliyorum ey millet?
Beni televizyondan izleyen insanlara da soruyorum, bir tek ben mi biliyorum?
Bu ülkede adına cemaat denen toplulukların sureti Haktan görünüp milletten zekat diye sadaka diye topladıkları paralarla faizcilik yaptıklarını bir tek ben mi biliyorum?
‘İslami Holdingler’ adı altında yüksek oranın çok üstünde faiz getirileri sözüm ona kar payı adı altında faiz getirileri yaparak fakir fukaranın üç kuruşunun çalındığını bir tek ben mi biliyorum?
Milyarlarca doların medya gücü olduğunu, siyasi sermaye olduğunu bir tek ben mi biliyorum?
Çoluğun çocuğun hakkının çalındığını bir tek ben mi biliyorum?
Siz bilmiyor musunuz? Bir tek ben mi görüyorum bunları?
Fakirin fukaranın hakkını batıran adamlar, onu da nasıl batırdıklarını da söyleyeyim size, önce içinde “müzik haramdır” yazan ilmihaller sattılar...
Önce bunu yaptılar. Sonra buradan oluşturdukları paralarla pazarlama ağları kurdular sonra “buradan alırsan sevaptır” duygusunu yaptılar.
Tencere tabakta dahil olmak üzere. Sonra bunlardan topladıkları paralarla finans kurumları kurdular. Sonra televizyonlar kurup, televizyonlarında dansöz oynatıp, oynattıkları dansözlerle saatlerce süren yemekli toplantılarda ağızlarının suyunu akıttılar.
Bunların bir tek marifeti var;
çaldıklarına fetva buluyorlar. Evet, çaldıklarına fetva buluyorlar, çapkınlıklarına nikâh kıyıyorlar...
Ve masum insanlarda din hakkında yanlış kanaatler oluşturuyorlar.
Sayısız nikâh, kimsenin bilmediği nikâhlar, böyle nikâh mı var?
İmam nikâhı denilen şeyin bir ciddiyeti vardır, bir aleniyeti vardır ve medeni nikâh dediğimiz nikâhtan da özü itibariyle hiçbir farkı yoktur. Bir aleniyet gerektirir.
Ve eşin rızası olmadan da bir şey yapılamaz ama bir imam nikâhı efsanesi yarattılar ki kendi nefsaniyetleri için dini istedikleri kılıfa döktüler.
Daha bitmedi!
Kanun bunların peşine düşmek istedi, kanunu değiştirdiler.
Şimdi ne yapıyorlar?
Çalınan malları bölüşüyorlar, “televizyon benim, şu senin, o benim, bu senin” böyle olmuyor mu?
Size sormuyorum, beni televizyonları başında izleyen insanlara soruyorum, bütün Türkiye’ye soruyorum. “Bu böyle olmuyor” diyen bir Allah’ın kulu var mı bu ülkede?
“Bu böyle olmuyor, bu yalandır, bu hakikat dışıdır” diyen bir Allah’ın kulu var mı?
Yok, bu ülkede herkes biliyor bu böyle ama kimsenin sesi çıkmıyor. Niye?
Niye kimsenin sesi çıkmıyor?
Halkının emeğini çalanlar, halkının umudunu çalanlar, halkının ekmeğini çalanlar, ezelî ve ebedî olarak onursuzlukla mahkûm edileceklerdir.
Halkına yalan söyleyenler, halkından gerçeği kaçıranlar, halkının acısına seyirci kalanlar, her nasıl gelmiş olursa olsunlar, mutlaka, onursuzluk damgasını yemiş olarak, haysiyetsizlik damgasını, şerefsizlik damgasını yemiş olarak gidecekler.
Sabahleyin söylediği yalanı akşam itiraf etmek zorunda olan birisinin, bu kadar onurlu makamlara talip olma hakkı yoktur.
Bu millete ihanet edenlere yazıklar olsun! Bin kere yazıklar olsun!
İhanet edenlere ve zulmün görünür görünmez ordularıyla işbirliği yapanlara yazıklar olsun! Milletinin emanetini milletinin düşmanlarına satanlara yazıklar olsun
Allah için kurban kesip, küp için kavurma yapanlara yazıklar olsun!
Yoksulların emeğini çalanlara yazıklar olsun.
"Allah, kitap" denilerek toplanan itimadı eşe dosta, yandaşa servete çevirenlere yazıklar olsun!
Hırsızlara yazıklar olsun!
Sahtekârlara yazıklar olsun! Yazıklar olsun! Yalancılara yazıklar olsun! Babalar gibi satanlara yazıklar olsun!
Sadece kendi çocuklarının babası olanlara yazıklar olsun! Babalar gibi satmanın hesabını sormayanlara da yazıklar olsun!
İstanbul Belediyesinden gönderdiğiniz adamlar ve parti genel merkezinde adamlar, gözümün içine bakan adamlarla ihale işlerini düzenleyen adamlara da yazıklar olsun! Çaldığınız milletin emeğidir.
Ne diyorsunuz? Ne diyorsunuz?
Sizin, gözümün içine bakacak cesaretiniz yok! Sizin benimle yüzleşecek cesaretiniz yok! Sizin benimle yüzleşecek cesaretiniz yok!
Sizin bir tek marifetiniz var, babalar gibi satmak! Ve kendi çocuklarınızı düşünerek satmak! Kendi yandaşlarınızı düşünerek satmak!
Bunların belgesi var. Belgesini istiyordunuz.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin şerefli vekilleri, gerçekten bu belgelerle yüzleşmek istiyor musunuz? Gerçekten bu belgelerle yüzleşmek istiyor musunuz?
YİMPAŞ mağdurlarına "sahtekâr" diyen bir Başbakana "sensin" dediğim için ceza almışım, tazminat cezası.
Tabii tabii. Mahkemeye değil mi? Mahkemeye götüreyim değil mi? Dokunulmazlığınızı kaldırın, bakın bakalım mahkemeye gidiyor muyuz, gitmiyor muyuz?
Şimdi millete soruyorum haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.
Bana diyorlar ki; “Bu adamlar dindar adamlardı, bu adamlar iman etmiş adamlardı niye mani oldunuz köşke çıkmalarına?” bunu söyleyenler hadi diyelim ki hüsnü zanda bulunuyorlar yani uzaktan bakıp iyi niyet beyan ediyorlar.
Ben kendi şahadetimle karar veriyorum, kendi şahitliğimle bir tek cümle söyledim tekrar ediyorum;
Bu adamlara beytülmal emanet edilemez.
Tüyü bitmedik yetimin hakkından sorumlu isem eğer edilemez.
Bu sorumluluğu ben üstleneceğim, siz iktidara ortak olacaksınız, zekât toplayıp faizcilik yapmak üzere bankacılık yapacaksınız, banka kudretiniz yetmeyecek devlet isteyeceksiniz.
Ben sizin bütün günahınızı, vebalini çekeceğim, siz mümin olacaksınız, dindar olacaksınız, mücahit olacaksınız, müteahhit olacaksınız, her şey olacaksınız ama hem dünyada hem ahrette bunun hesabını ben vereceğim öyle mi?
Var mı karşıma çıkıp bütün bunları açık yüreklilikle konuşabilecek bir baba yiğit, var mı?
Bu açık bir meydan okumadır, var mı televizyona çıkıp bu sözlerimin aksine söz söyleyebilecek bir tane baba yiğit?
Benden bunun belgelerini isteyebilecek bir tane adam var mı? Adam istiyorum bir tane?
Yok, ama ne oluyor bu millette?
Hırsızlık ne zamandan beri mubah sayılır oldu?
Yetim malı çalmak ne zamandan beri dinin fetva verdiği, caiz gördüğü bir şey haline geldi?
Sayın Başbakan burada diyor ki: "Ben, dokunulmazlıkları kaldırmaya söz verdim ama, neye söz verdim?
Bütün dokunulmazlıkları kaldırmaya söz verdim.
Elinden tutan mı var? Elinden tutan mı var? Elinizden tutan mı var? Niye kaldırmıyorsunuz?
Neden korkuyorsunuz? ...
Veremeyecek hesabınız yoksa neden korkuyorsunuz?
Haydi, bütün dokunulmazlıkları kaldıralım.
Memurun da, amirin de, paşanın da, bakanın da, başbakanın da, haydi kaldıralım, haydi hukuk karşısında hepimiz eşit olalım, haydi!.. Haydi gösterin cesaretinizi!
Haydi dürüstlüğünüze olan inancınızı ifade edin, haydi!.. Haydi!.. Benden öğrenmeyin. Millete gösterin, haydi, haydi gösterin!

10.09.2008

TOKİ'DEKİ MİLLETVEKİLİ VE BAKAN ÇOCUKLARI


TOKİ'DEKİ MİLLETVEKİLİ VE BAKAN ÇOCUKLARI


yolsuzluk yoksulluk ve yasaklarla ilgili çalışmamı dediniz onlarda ne ki size sadece birinden yolsuzluklardan bahsetmek için çok aramaya gerek yok ;TOKİ ve Özelleştirme icraatları yeter de artar bile.TOKİ dedim de 3100 personelden 800'ü Ankara'da, 800'ü de İstanbul'daki iştiraklerde toplam 1600 kişiyi geçen kurumun personel politikası ilginç.

TOKİ 200-250 kişiyi sözleşmeli personel olarak aldı.Sonra özel kanunla bu isimlere kadro verdi. Erdoğan'ın değimi ile 'Fakir fukara, garip gureba' çocukları KPSS kapılarında bekleşirken milletvekili yakınları, bakan yakınları TOKİ’ DE 'iyi maaşlarla' işe başladı.


TOKİ'de göreve başlayan personelin çoğunluğu Erzincan-Rize- Van-kökenli isimler. Bu isimleri gerekirse teker teker açıklayacağız. Ama özellikle AKP milletvekilleri bu durumu bir incelese diyoruz.


AKP MİLETVEKİLLERİ CESARETİNİZ VARSA TOKİ'NİN ÜSTÜNE GİDİN


Sayın Milletvekilleri. Ne dersiniz? Cesaretiniz var mı?Bu iddiaların dışında duran AKP Milletvekilleri yandaş medyanın arkasına takılıp gündem saptırıcı konularla uğraşacaklarına TOKİ’ DE, el değiştiren ihalelerdeki uydurma, 'mukayeseli hak ediş' ve de 5434 sayılı yasayı siper ederek yüzde 48 kırım ile aldıkları inşaatları yürütemeyen, iflas eden müteahhitlerin bıraktıkları inşaatları nasıl yüzde 8-10 kırım ile 'davet usulü' verildiğine baksalar daha hayırlı hizmet etmiş olacaklar. Bekliyoruz....aldığınız maaşların haklarını verin...Kaynak/ Gerçek Gündem

9.09.2008

Denizcilik ve “Gemicik” Merakı..........


Denizcilik ve “Gemicik” MerakıSoygunun adı reform olalı beri, büyük yöneticilerimizin küçük çocukları anlı şanlı holdinglerde genel müdür yapılalı beri, bakanlarımızın deniz merakını göreli beri, kurumlarımız haraç mezat satılalı beri kendimi şeyhlikle yönetilen bir Arap ülkesinde düşlüyorum. Bunun başkaca izahı var mı? Nedir bizim bakanlarımızın, parti genel başkanlarımızın ve onların çocuklarının bu deniz merakı Allah aşkına?

Bizi ilk kez aile bireylerinin emrine amade jet-skilerle tanıştıran ve Levent Kırca’nın unutulmaz parodilerine konu olan Tansu Çiller’den başlayarak günümüze gelelim. Gerçi Bu ikdidarın en büyük şansı da bu değilmi LEVENT KIRCANIN da işi bırakması onları bu durma düşürdü.. Her neyse konumuza dönelim...


Bakanlarımızdan Sn. Osman Pepe’nin 22 ve 24 yaşlarındaki oğullarının devlet teşvikiyle 9 trilyona aldığı gemiyi, Sn. Binali Yıldırım’ın evlatlarına aldığı gemiyi ve Sn. Başbakanın çocuklarının aldığı kuru yük gemisini düşünelim.Tüm bunlar sermayenin resmen gemiye yüklenmesi değil midir? Kimse kendine pay çıkarmasın, kimse öküz altında buzağı aramasın!Biz büyük araştırmalar sonunda büyüklerimizin çocukları adına denizlere ve gemilere yaptıkları tüm bu yatırımların altında çok büyük bir gerçeği yakaladık.


Sıkı durun, açıklıyoruz!

Yıllar önce, 1936’da Atatürk demiş ki: “Denizciliğimizin gelişmesi en büyük emelimizdir. Bu konuya büyük ehemmiyet veriyoruz”.


Yıllar sonra 1 Temmuz Kabotaj Bayramı’nı esas alarak, oğullarına ve bu arada denizlere ve gemilere bu denli pahalı yatırım yapan bir zihniyet, Gazi Mustafa Kemal’in sözlerini tutmuş olmuyor mu?

Şimdi siz bu denli büyük yatırımlardan sonra bakanlarımızın, vekillerimizin ve onların girişim dehası çocuklarının deniz merakından, çağdaşlığından, Atatürkçülüğünden kuşku duyabilir misiniz?Ben duyamıyorum da!